samipaşazade sezai
bilinmez ki, şark'ta her hakikat kadınlar gibi örtülüdür.
bir kuşun ötüşüyle bir çocuğun ruhu arasında münasebet vardır.
ağlamak esaretin en büyük hakkıdır. ağlamak, uğradığımız felaketlere karşı vücudumuzda kalan son kuvvetin bir feryadıdır. ağlayamadığımız zamanlar, bizde o kuvvetin de mahvolduğu vakitlerdir ki, onun yerini alan dokunaklı bir sessizlik en şiddetli acıyla dökülen gözyaşlarından daha yürek sızlatıcıdır. yalnız dökülen gözyaşları ise acıdır.
voltaire'in, hugo'nun, jean-jacques rousseau'nun lisanını insanlık alemi öğrenmeye mecburdur.
o gün vapurdan çıkarken birkaç kişi, muhabbetlerini arz etmek için, kendisine babasının terbiyesi altında hiç işitmediği birtakım sözler söylemişti. terbiye ve ahlak adı altında örttürülen iffetli kadınlara milli namusu aşağılar şekilde söz söyleyip sonra kadınlarımızın örtünmelerinin sebebini soran avrupalılara "kadınlarımızın iffetine olan hürmetimiz" cevabını vermenin büyük bir tezat olduğunu itiraf etmeliyiz.
insan, hayatının hangi devrinde olursa olsun anneye karşı daima çocuktur.
insanlığın gözlerini yaşartacak elem verici hallerdendir ki kanunun yasaklamadığı suçlarda, güzel ahlak ve iyilikle vicdanın emir ve yasaklarına uymak fazileti -terbiye yokluğu, cehalet, batıl inançlar gibi toplumda mevcut olan bulaşıcı hastalıklar yüzünden- pek nadir görülür.
ruhun heyecan ve ıstırabında bulduğu en büyük teselli, anladığı en güzel lisan, şiirden sonra musikidir.
"devr-i la'linde baş eğmem bâde-i gül-fâma ben"
(senin lâl taşı gibi kırmızı dudaklarının devrinde gül renkli şaraba baş eğmem)
gerçekten mertçe bir yaradılışa sahip bir erkek ağlayışı kadar kadında merhamet uyandıracak bir şey tasavvur olunamaz. hele o kadın anne olursa..
genç kızların büyük bir itinayla sakladıkları sırları ya bir gözyaşı ya bir tebessüm ifşa eder.