direktör ali bey
bir memleketin büyümesi ahalisinin çoğalmasına ve ahalinin çoğalması da ticaret ve zanaatın varlığına bağlıdır. bu servet sebeplerine sahip olan bir şehir mutlaka büyür ve kale içinde bulunması büyümesine asla engel olmaz.
siirt'in garip hallerinden biri olarak minare dilenciliği gördüm. şöyle ki: elbise veya toplu bir para veyahut inek gibi büyük bir şey dilenmek isteyen fakir, bir minareye çıkarak sabahtan akşama kadar, "yarabbi! bana falan şeyi ver!" diye günlerce bağırıp dua ediyor ve bazısının da istediğinin hayır sahipleri tarafından karşılandığı oluyor.
kürt kadınları ev işlerini gördükten sonra tarlalarda kocalarıyla beraber çalışırlar ve erkeklerinden çok iş görürler. bu kadınlar tesettüre dikkat etmezler. bununla beraber ırz ve namuslarını korumak çok önemlidir. bir delikanlı bir kızın ırzına saldırırsa ikisini birden öldürürlermiş. delikanlı kızı kaçırıp derhal başka bir köyde nikah etmedikçe.
dağdan inerek ikindi vakti van gölü'nün kenarındaki tatvan isminde bir ermeni köyüne geldik ve gölün kenarına çadır kurup gece kaldık.
bağdat'a gidenler mutlaka bir çıban çıkarırlar.
ertesi gün tekrar şehre çıkarak biraz dolaştığım sırada emirin evinin açık duran kapısından içeri bakmaktayken kapıcılık eden bir arap, "avluda vahşi hayvanlar vardır, görmek isterseniz buyurunuz." diye davet etti ve ben kapıdan içeri girince kapıyı kapadı. etrafıma bakarak ne göreyim? avlunun bir köşesinde bağsız, zincirsiz bir dişi aslan yatıyor ve gözlerini üzerime dikerek korkunç korkunç bakıyor! hayvanı görür görmez kapıya doğru fırladımsa da arap bir eliyle kapıyı tutup diğer elini "bahşiş" diye uzattı. arap'ın yüzüne birkaç para atarak kapıyı açtırıp kendimi sokağa attım ve kapının karşısındaki dükkan sahiplerinin bana bakarak gülümsemelerinden bu yolda bahşiş verenlerin birincisinin ben olmadığımı da anladım.