ahmet haşim
montparnasse'ta, küçük rus lokantası cigit'te toplandık. bizi davet eden hanımefendi, onun ahbabı genç bir avusturyalı kadın, sanat akımlarını yakından takip eden iki fransız genci: doktor lacan, vikont de santak, ben.
cigit, düşkün rus asilzadelerinin bütün büyük şehirlerde açtığı malum müzikli, içkili lokantalardan biridir. duvarlar rusların pek sevdiği binbir gece masalları sahnelerini gösteren renkli resimlerle sıvanmış, beyazlıkları şüpheli örtüler altında saklanan küçük masalar üzerinde kırmızı abajurlu lambalar yanıyor. alttan gelen bu kırmızı ışıkla bütün lokantayı dolduranların çehreleri yukarı doğru uzanmış, sanki dünyaya yabancı, esrarengiz bir alem köşesi. kalabalık içinde güçlükle boş bir masa bulabildik. deli veya dahi türünden birtakım insanların toplandığı bu köşede bütün tuhaflıkların asil bir cazibesi var. tam fikir ve sanat sohbetlerine yakışan bir çerçeve içindeyiz.
yemek sırasında doktor lacan'a sordum:
"edebiyatınız ne halde? son manzarası nedir?"
"edebiyatımızın bugünkü timsali düz bir çizgi değil, bir ağaçtır. kütüğün ekseni etrafında muhtelif sanat akımları ayrı dallar şeklinde her istikamete doğru uzanmış, hava ve ışığı aynı zamanda emip duruyor. şahsiyete azami hürriyeti tanıyan bir devre yakışan da bu değil midir?"
"bu dalların isimleri?"
"saymakla tükenmez ki; başlıcaları kübizm, fütürizm, dadaizm, sürrealizm.. sembolizmin çürümesinden meydana gelen bütün bu mantar cinsinden ekollerin hemen hepsi birtakım yabancıların memleketimize getirdiği kahve ve meyhane hareketleridir. biz misafirperver bir milletiz. hapishanelerimiz yabancı suçlularla, hastanelerimiz yabancı hastalarla, mekteplerimiz yabancı öğrencilerle, akademilerimiz, enstitülerimiz yabancı alim ve sanatkârlarla doludur.
müzelerimizde kendi büyüklerimizin günden güne artan ürünlerine bile yer bulamazken legion d'honneur nişanıyla dehasına hürmetimizi ödediğimiz ve büyük hünerini şerefle benimsediğimiz japonyalı ressam foujita'nın şaheserlerine sanat hazinelerimizin en seçkin yerlerini ayırdık. aslen polonyalı landowsky bizim en büyük heykeltıraşlarımızdan biridir.
kübizmin bizde babası edebiyatta guillaume apollinaire ismiyle tanınan polonyalı wilhelm kostrowitsky'dir. kübizm başlangıçta yalnız resme mahsus bir yenilikti ve empresyonizme karşı bir tepki olarak vücuda getirilmişti.
resimde empresyonizm, modelin belirli bir ışık altında, bir ana mahsus şekil ve vaziyetini tespit etmeyi hedefler. kübistler ise modelin yalnız görünen cephesini değil, görünmez kısımlarını da, üç boyutunu da tabloda göstermek gayretine düştüler. bu suretle seyirciler bir gün aynı tablonun çerçevesi içinde bir keman parçasını, bir tarağı, bir çubuğu, bir bıyığı ve bir yarım insan çehresini toplanmış görmekle hayret içinde kaldılar. kübist ressam yaptığı bir şeklin ayağını resmetmek için şayet yer bulamazsa, bacağı başın yan tarafına uzatmakta hiçbir mahzur görmez. guillauma apollinaire ve arkadaşları bu düsturu ressamlardan kıskanarak onu yazı sahasına taşıdılar ve şiiri de tasvir ettiği konunun bütün ayrıntısını, karmakarışık nakletmeye mecbur ettiler."
"fütürizm?"
"dünya savaşı'ndan iki sene evvel beliren fütürizmin de fransa'da önayak olanı aynı guillaume apollinaire'dir. fütürizm aslen italyandır ve mucidi marinetti isminde biridir. fütüristlerin iddiası yalnız çağdaşlar tarafından değil, gelecek nesiller tarafından da anlaşılmaktır. bunlar geleceğin sözde habercileridir. fütürist şair makinelerden, fabrikalardan bahseder ve yeni hayatın süratini anlatmak maksadıyla tasvirlerini hiçbir bağla bağlamaksızın bir sinema dönüşü süratiyle sıralar."
"dadalar?"
"bir manası olmayan 'dada' tabiri 1916 senesinde isviçre'de, zürih şehrinde toplanan ve reisleri tristan tzara isminde bir romanyalı genç olan, muhtelif milletlere mensup küçük bir zümre tarafından icat edildi. bunlar iki sene sonra karargahlarını paris'e taşıdılar ve orada birtakım fransız gençleriyle birleştiler. guillaume apollinaire bu yeni grubun da içindeydi.
dadaizm esas itibariyle dünya savaşı neticesinde iflas eden bütün mantık ve felsefeyle alay ve sağduyuya hakaret için saçma sapan söylenmekten başka hiçbir şey değildir. bu mesleği, edebi bir ekol şeklinde değerlendirme ona hakaret etmektir. zira onuni iddiası hiçbir şey olmamaktır."
"sürrealistler?"
"sürrealizm oldukça makul bir esasa dayanır. bu ekolün kuramcısı ve önderi andre breton'a göre şiirin zevki bilinçaltı kaynaklarda gizlidir. bazen sırf tesadüf sevkiyle yan yana gelen iki kelimenin çarpışmasından fışkıran parıltı koca bir manzumenin yegane parlak şiir noktasını teşkil eder. sanat eserinin yaratımında sanatkârın iradesinden ziyade tesadüfün etkin bir rolü vardır. bundan dolayı kendimizi içgüdümüze bırakmak suretiyle bilinçaltı alemine temasımızı muhafaza edebiliriz.
bu kuram uygulamada şu suretle kullanılır: sürrealist şair önüne boş bir kağıt alır ve hiçbir şey düşünmeksizin, mekanik bir boyun eğişle kalemini beyaz sayfa üzerinde yürütür, satırlar aranmaksızın akla gelen birtakım kelimelerin sıralanmasından meydana gelmiştir. buna otomatik yazma usulü adı verilir. bu sistemle hiç de fena olmayan eserler vücuda getirilmiştir."
"halkınızın edebi zevkine şimdi hükmedenler hep bunlar mı?"
"fransız milleti kös dinlemiştir. bu tür zümrelerin yaygaraları ona vız gelir. fransız edebiyatının bu dakikada hükümranları şiirde özellikle valery, nesirde proust, morand, gide, claudel ve giraudoux'tur. ne gariptir ki bunlar evvelce sırayla, sembolist, dadaist, kübist ve son aşama olarak sürrealist idiler. fakat halk tarafından anlaşılır bir hale gelince ve rağbet bulmaya başlayınca arkadaşları onları gruplarından uzaklaştırdılar. anlaşılan bu yeni akımlara mensup olmak şerefi rağbeti ancak rüyada görmüş olmaya bağlıdır."
arkadaşımız genç kadını kedi gibi esnetmeye başlayan bu uzun edebi sohbeti burada bıraktık ve hayatın renkli helezonlarla açılıp kapandığı neşeli bir dans salonuna gittik.