hüseyin rahmi gürpınar
doğu'da kadınların yaşadığı sade, tekdüze -üzücü olmasa hemen boş diyeceğim- o hayatı anlamaya uğraştım. ne buldum? sözlerime gücenmeyiniz. tembellik, cehalet, yoksunluk.. yaşayışınızda derin bir acı da var. fakat âdetlerinize çocukluğunuzdan beri alışkın olduğunuz için bu taraf bizim kadar sizce mahsus değildir zannediyorum. siz dünyanın ötesinde her şeyin gizli olduğu bir dünyada yaşıyorsunuz. bütün sevgileriniz, tutkularınız, sevinçleriniz, acılarınız hep örtülü. siz canlı bir bilmecesiniz. o kadar sırla örtülmüş, o derece gölgede yaşıyorsunuz ki ne olduğunuzu kendiniz de bilmiyorsunuz. doğanın, her şeyi aydınlatan güneşi, şu mavi, geniş seması altında açıkta cereyan eder bir haliniz yok. niçin doğadan, ışıktan, gerçekten bu kadar yüz çeviriyor ve korkuyorsunuz?
hayat tarzınızın birbiriyle aynı olması nedeniyle birinizin hayatını anlatmak, hepinizin hikâyesini anlatmak olur.
şeküre hanım kimdi? seksen yıllık ömrünü kafesin çubukları arkasında geçirmiş bir "insan kanarya", namahrem bakışlardan yüzünü saklamak için toplarla kumaş eskitmiş bir örtülü. dünyanın top gibi yuvarlak olduğunu söyleyenlerin bu delice iddialarına kahkahalarla gülen, içtiği suyun kimyevi bileşimini bilmeyen bir fen ve hakikat yoksunu.. iskender'le napolyon'un zaferlerini duymamış, timurlenk'e esir düşen padişahının adını öğrenmemiş bir tarih habersizi.. şiirin güzel ahengiyle kendinden geçmemiş; heyecanlar, taşkınlıklar, coşkunluklar geçirmemiş.. güzel sanatların güzelliği karşısında sarhoş olmamış.. doğanın güzelliklerine tapmayı öğrenmemiş.. insan dehasının olgunluk çiçeklerinden hiçbir haz ve letafet kokusu koklamamış.. ilhama dair ruhu bir şey hissetmemiş.. dünya ufkunu bulunduğu kafesin aralıklarından göründüğü kadar zannetmiş.. kafesi içinde doğan, hapisliğinden habersiz ve güneşin ince bir ışığıyla şevke gelen kanaryanın farkında olmadan neşelenmesi gibi ömrünün baharında yalnız kaderindeki kocasına karşı aşk şarkıları söylemiş.. çiftehanesi (kuş kafesi) içinde evlat yetiştirmeye uğraşmış.. kocasının okşayışlarını ortaklarıyla paylaşmaya, kendi payına az iltifat düştüğü zamanlar ağlamakla yetinmeye alışmış bir kadın..
siz hayatın geçici âdetlerden doğan acılarını gelişigüzel karşılamaya, her belaya boyun eğmeye alışmışsınız. kazaya razı oluyorsunuz. fakat kaza zannettiğiniz şeylerin çoğu hoşgörünüzün ve ihmalinizin sonuçlarıdır. cehalet insanı miskin, bilgi ise güçlü yapar. bir kısım erkeklerinizin sizi cehalet körlüğünde bırakmak istemeleri, üzerinizde olan yersiz üstünlüklerini sonsuza kadar sürdürmek içindir. doğa, erkekle kadını insanın soyuna hizmet etmekle görevlendirmiştir. bu ortak görev yerine getirildikten sonra erkeğin kadından fazla amirane isteklerde bulunması, sırf yaratılıştaki sertlikten ileri gelen bir bencilliktir.
kaderinize karar verenler size basit fakat ağır görevler vermişler. kadınlarda bir onurun varlığı kabul edilmemiş. siz zavallılar hazreti havva'nın yaratılışındaki asaleti bozulmamış en saf, en temiz kızlarısınız. bilginiz, ahlakınız, hayatınız, süsünüze varıncaya kadar her şeyiniz sade, çocukça.. erkeklerinizin elinde telli pullu büyük çocuklarsınız. kadınalrı çocukluk devrinden çıkmamaya mahkûm bir millet nasıl gelişebilir, ilerleyebilir? bütün dünya kadınları adına bu bir hastalıktır. bundan kurtulmaya çalışınız.
analarınızdan gördüğünüzden başka bir terbiye eğitiminiz yok. erkekleriniz sizin için eğitimi gereksiz görüyorlar. böyle cehaletin karanlığında kalışınız kastidir. bu hakikat meydanda iken bazı yeni fikirli erkekleriniz, sizin akıl ve irfan noksanınızla eğlenmekte, evlenmek için frenk kadınlarını tercihte nasıl vicdani bir yetki buluyorlar? kendi kadınlarını hakir görüp yabancı kadınlarıyla evlilikte şeref arayanlar, bu hareketlerini övünme nedeni sayanlar gülünecek, hasta düşünceli insanlardır.
bir anne düşününüz ki elifi görse mertek sanacak kadar kara cahil.. bu bilgisiz annenin nur gibi cevval, zeki, sekiz dokuz yaşında bir oğlu var. okula gidiyor. okumayı öğrenmiş. gazete okuyor, mektup yazıyor. gece çocuk ödevlerini yazarken annesi bir annelik gururuyla yavrucuğunun omuz başından, kalemin kâğıdın beyaz yüzündeki kargacık burgacık gidişine bakıyor. bu siyah siyah çizgilerden, noktacıklardan o bin türlü anlamın nasıl çıktığına hayret ediyor. evladının bu öğrenme çabasını gözlerken gururla gözleri sulanıyor. zavallı anne, sekiz yaşındaki çocuğundan daha cahil. gerçekten ağlanacak durum!
o küçük küçük, siyah kırıntılardan anlam çıkarmak kimse için imkânsız bir başarı olmadığı halde, o bedbaht annenin velileri bu lütfu, bu çabayı kızlarından esirgemişler. eğitimine hiç önem vermemişler. bunun gereğini anlamamışlar. zavallıyı sekiz yaşındaki çocuklardan daha cahil kalmak utancına, felaketine mahkûm bırakmışlar. o çocuk, sekiz yaşındaki o çocuk, annesinin kendinden cahil olduğunu o yaşında öğreniyor. bilgi noksanlığını, muhakemesizliğini, akılsızlığını, saflığını hissediyor. daha o zaman annesini küçümsemeye başlıyor, ona saygısı azalıyor, sözüne itaat kalmıyor.
doğa, hayvanların birçoğunu bile yavrularını cinsine özgü eğitim ve terbiye ile görevlendirmiştir. sekiz yaşındaki çocuğundan daha cahil kalan anne kimin karısı olursa olsun, bu çaresizliğine daima acınır bir zavallıdır. kocası olan paşa, böyle bir kadını, kadınlığını yücelterek ne kadar süslü harem dairelerine kapasa, ne kadar ipeklere, elmaslara boğsa boşunadır. bir çocuk kadar öğretimle, çalışmayla aydınlanmamış, bilim cevherlerinden uzak boş bir beyin üzerine pırlanta çelenk takmak ne haz verir? büyükleriniz, ilerleme için iş hayatında kadınların yardımının gereğini bilmiyorlar. bu konuda kadınların da büyük bir payları vardır. bu önemli durum anlaşılmadıkça ileri gidilemez.