
propagandanın en büyük çoğunluğun anlayabileceği bir anlatım gerektirdiği açıktır. ayrımlara, ayrıntılara elden geldiğince az inmeli, her şeyden önce konuyu bütün olarak, hem de en çarpıcı biçimde sunmalıdır. kendi kesinlemelerine kendi eliyle sınırlar koymakla söze başlayanlara kimse inanmaz. kalabalıkların gözüne girmek isteyen bir kimse için, "ben iktidara geldiğim zaman, memurlar şu kadar aylık alacaklar, aile ödenekleri şu kadar artacak vb." demektense, "herkes mutlu olacak" demek daha iyidir.
gerçeğin bir-iki bilgin kişinin yüreğinde sürmekle yaşayamayacağını kendi zararımıza anladık. var olması, fethetmesi için bir iklim gerekir gerçeğe. bütün sorunların kitle diliyle ortaya atıldığı bir yüzyılda, propagandanın gücünden yararlanılmadan böyle bir iklim, böyle bir güç alanı yaratılabileceğini sanmak boş olur. kamuoyunun arılığı gibi bir gizemle, propagandayı bir yana iterek sahtekarların başarısızlığa uğratılabileceğini sanmak da boştur.
davasının zayıf yanlarını gizlemeyen, sırası gelince hatalarını kabul eden ve bunlara çare bulacağını söyleyen bir adam -lenin gibi- durup dinlenmeden kendi başarılarından dem vuran bir yalancı pehlivandan daha çok güven uyandırır.
halklar düş kurmayı severler; ama artık masal dinlemek istemedikleri bir an da gelir. gerçekler, rakamlar, tanıklıklar istenir her yanda. söylevlerin, yazıların biçemi bile tumturaklılıktan, uyumluluktan sıyrılır; kısa, kesin tümceler, akılda tutulabilecek, sarsıcı kalıplar arar. sunuluşu bile propaganda kokan bir broşür okunmadan atılıverir. ve insan bir kez aldatıldı mı, kızgınlığı canlı kalır.