erica jong
sanatçılar genellikle güçsüz, bağımsızlıktan hoşlanan, çocuksu, az gelişmiş, mazoşist, narsist, insan değerlendirmek yeteneğinden yoksun, ödip kompleksleri içinde bocalayan yaratıklardır. çocukluk dönemlerinde çok duygusaldırlar; normal çocuklardan çok daha fazla korunma ve sevilme isteği gösterirler. anne bu istekleri karşılamak için elinden geleni yapsa bile, geleceğin sanatçısını asla (asla!) hoşnut edemez. erişkin sanatçı artık yapıtlarında canlandıracaktır o ideal anneyi. ideal anne bazen canavar görünümünde de çıkar karşımıza. annenin yüceltilmesi, kötülenmesiyle aynı anlamı taşır: sanatçı geçmişin etkisinden kendini kurtaramamıştır.
sanatçının ün peşinde koşması da çocukluğunda eksikliğini duyduğu sevgiyi araması demektir. ancak ün kazanmak da sorunu çözümlemeyecektir. çünkü halkın sevgisi hiçbir zaman anne sevgisinin yerini tutamaz. ünlü sanatçılar da düş kırıklığı içinde yaşar bu yüzden. sanatçıların çoğu içkiye, esrara, homoseksüel ve heteroseksüel ilişkilerde aşırılığa, bazen de din tutkusuna kapılacaktır bu yüzden. gelgelelim bu kaçışlar da sonuç vermez. en son olarak intihar düşünülür. intihar meseleyi kökünden çözer bir bakıma.
sanatçılar çoğu zaman uygunsuz kişilere tutulur, bu kişileri yüceltmek eğiliminde olurlar. başkalarının gözünde sıradan bir insan sayılan sevgili, sanatçı için hem anne, hem baba, hem tanrı, hem esin perisidir. kusursuzluk örneğidir kısacası.
dante'yle beatrice. scott fitzgerald'la zelda. humbert ve lolita. simone de beauvoir'la sartre. yeats ve maud gonne. shakespeare ve kara leydi. ginsberg'le peter orlovsky. sylvia plath ve ölüm meleği. keats'le fanny brawne. d.h. lawrence'la frieda. eschenbach ve tadzio. lord byron ve üvey kardeşi augusta. schumann'la karısı clara. chopin ve george sand. borges ve annesi. adrian ve ben?