namık kemal
insan uygarlık dünyasının lezzetlerine ne kadar alışık olsa da yine arada sırada ilk hali olan kırlarda oturma eğilimini bütün bütün aklından çıkaramıyor.
şimdi gurup zamanı bir su başında, bir çimenlikte, bir ağaç altında oturup da doğanın o yüce hüznünü seyretmek şehirlerin, evlerin hangi eğlencesine tercih olunmaz? ara sıra beldelerin o iğrenç havasından, uygunsuz manzarasından kaçar; rüzgârın, çiçeklerin gözeneklerinden henüz kurtulmuş parçalarıyla soluk almayı nasıl olur da gönül istemez? kırların birbirine benzemez nice yüz bin renk ve şekillerine dalmayı hangi bakış vardır arzu etmez?
seyir yerleri zevkim değildir. tatil günleri her türlü sevinçli haberden uzak, bir kuru hovardalık için renkli cellat kemendi denilmeye layık bir sıkı boyunbağı takarak, süslü tomruk niteliğine uyan bir çift dar potin giyerek, sabahtan akşama kadar araba arkasında dolaşarak günah toplamak, akşamdan sabaha kadar boğaz ağrısı eziyeti ve nasır cefasıyla yatakta inlemek gibi şeylerde bir gönül şenliği görmem.