frederic gros
"tanrım, soğuk çökünce çayırlara." (arthur rimbaud)
bir kez ayakları üstünde dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan.
ruh bedenin gururudur.
hızın zaman kazandırdığı bir yanılsamadır. hesap ilk bakışta kolaydır: yapacaklarını üç saat yerine iki saatte yapıp bir saat kazan. fakat bu, günün her saati birbirine eşitmişçesine yapılan soyut bir hesaplamadır.
aslında bizi yalnızlığa sürükleyen, çoğunlukla başkasıyla karşılaşmaktır. sohbet kendinden ve farklılıklarından bahsetmeye götürür kişiyi. ve bu başkası bizi, tarihimiz ve kimliğimiz içindeki, bencil ve yalanlar söyleyen özümüze taşır yavaş yavaş. sanki hep öyleymişiz gibi.
yalnızlıklar nasıl muhtelifse sessizlikler de muhteliftir.
düşünce ne kadar hafifse o kadar çok yükselir ve kanaatin, takdirin, yerleşik düşüncenin dipsiz bataklığından hızla uzaklaşarak derinleşir.
ebediyetin ağır nefesi karşısında gündeliğin kesik nefesi anlamsız ve hastalıklı bir çırpınmadır.
henry david thoreau: bir şeyin maliyeti aslında, ister derhal ister uzun vadede olsun, hayatta neye mal olduğuyla ölçülür.
yoksulun tek zenginliği bedenidir.
hakikat, doğayı en vahşi, en ilkel haliyle tecrübe ettiğimizde ortaya çıkar: rüzgar tenimizi dövdüğünde, güneş başımızı döndürdüğünde, şiddetli fırtınalar bizi savurduğunda.
bir gün bir çeşmede, suyu avuçlarıyla içen bir çocuğa rastlayan diogenes bir an durduktan sonra şaşkınlıkla, "diogenes", der, "aldın mı boyunun ölçüsünü?" bereketsiz heybesindeki ahşap kupayı çıkarıp muzafferane bir gülümsemeyle uzağa fırlatır. mutludur; çünkü bir yükten daha kurtulmuştur.
huzur, korku ve umudun yarattığı tedirgin dalgalanmalardan kurtulmuş olmak ve hatta kendini bütün kesinliklerin ötesine konumlandırmaktır.
can sıkıntısı, boş zihinle karşılaşan bedenin hareketsizliğidir.