umay umay
insan hayatını yaşatmak için yirmi cezaevine giren devlet müdahalesinde, geriye göz yaşartıcıların, gaz bombalarının, kendini diri diri yakan mahkumların bedenlerinden yükselen duman ve dayanılmaz koku kaldı. geriye ambulansların önüne oğlunu ya da kızını görmek için atlayan annelerin yine maalesef yanıtsız çığlıkları kaldı. geriye siyah çelenk kravatlar taşıyan bürokratların sözleri kaldı.
onlar ne sağcı, ne solcu, ne ülkücü, ne sanatçı ne de.. ne de.. yanlışlıkla bir şey olmuşlar. ayaklarının kokusunda bile bu şey var. sıradanlık, ödleklik, kötülük mayasıyla doldurulmuş topluluklar. onlar için komik bir duyguyu ifade etmek bile çok zor. önlerinde ne varsa onunla savaşıyorlar. seçmiyorlar, düşünmüyorlar, elemiyorlar, sevmiyorlar, görmüyorlar. sadece yalan ve yavan olanı estetize ediyorlar. temkinli hayaller kuruyorlar. buna gerçekçilik ismini takmışlar. ama rengi bozuk bir sürahi kadar gerçekler. varlığı dışında hiç bir anlam taşımayan boş vitrin sürahileri..
şiddet ceza vermiyor. şiddet öldürüyor. toplumun "ölüseviciliğini" destekleyen, körükleyen bir süreç yaşıyoruz. bir kez daha şairlerin kalemi kırılmıştır. bir kez daha cezaevlerinin insanların diri diri yakıldığı, gömüldüğü ya da yaşayan ölü haline getirildiği yerler olduğu ispatlanmıştır. bir kez daha birbirimize sarılamayacağımız mesafeler, duvarlar örülmüştür.