31.12.2020

uzun lafın kısası

"eğer hedefine doğru giderken yolda durup sana havlayan her köpeğe taş fırlatırsan hiçbir zaman hedefine varamazsın." (türk atasözü)

balzac: deha her şeye benzer, hiçbir şey ona benzemez.

emrah serbes: insanın bambaşka biri olmayı isteyeceği bir an gelir, gerçekten bambaşka biri olmayı isteyeceği bir an gelir.

irvin yalom: ölümle yüzleşmek anksiyete doğurur; ama aynı zamanda hayatı zenginleştirecek bir potansiyel de taşır.

lucretius: başkalarının başına gelen kötülükleri seyretmek bize keyif verir.

mesa selimovic: yükseldiği ölçüde yalnızlığa gömülür insan. 

orhan pamuk: orijinalliğin, özgünlüğün formülü son derece basittir: daha önce bir araya gelmemiş olan iki şeyi bir araya getirmek.

sadık hidayet: sonunda en şiddetli cezaya çarptırılırız ve boğucu bir gün ortasında kanun adına bizi tutuklayan kişi bıçağını saplar kalbimize; köpek gibi geberir gideriz. cellat da suskundur, kurban da.

şükrü erbaş: insanların ilgi ve güven dilendiği bir devletin ne onuru, ne iyiliği ne de varlığının bir değeri olabilir.

cenap şahabettin: yüksek tepelerde hem yılana hem kuşa rastlayabilirsin; ama biri sürünerek, öteki uçarak yükselmiştir.

goethe: önemli olan, kusursuz olanı görebilmek ve onu dışavurmaya cesaret etmektir.

william blake: hapishaneler yasanın taşlarıyla inşa edilir, kerhaneler dinin tuğlalarıyla.

30.12.2020

captain fantastic

matt ross

bizler sözlerimizle değil hareketlerimizle tanımlanırız.

dinler, insanların körü körüne bağlanması ve masum ve cahil insanların yüreklerine korku salmak için tasarlanmış çok tehlikeli peri masallarıdır.

faşistler, büyük işletmelerle bunların totaliter ve tek partici diktatörlerince desteklenen milliyetçi, saldırgan tiplerdir.

demokrasimiz sosyal adaletin insanlık tarihindeki en parlak ışıklarından biri. buna rağmen yurttaşlarımızın çoğu sosyal etkileşimlerinin ana formu olarak deli gibi alışveriş yapıyor.

"öldüğüm takdirde bir budist olarak ben, leslie abigail cash, cesedimin yakılmasını istiyorum. cenazem, pek bir önemi olmasa da, müzik ve dans eşliğinde yaşam döngüsünün bir kutlaması olacak. daha sonra küllerim, umumi ve ziyadesiyle kalabalık sıradan bir yere götürülecek. ardından da küllerim, tez vakitte en yakın tuvalete dökülecek."

bazı savaşları kazanamazsınız. güçlüler güçsüzlerin ipini ellerinde tutar. dünyanın işleyişi böyledir. adaletsizdir, hakka riayet etmez.

"umudun olmadığını farz ederseniz umudun olmayacağını garanti edersiniz. ama özgürlük için bir içgüdü olduğunu, şeyleri değiştirme fırsatları olduğunu farz ederseniz o zaman daha iyi bir dünyanın yapımına katkıda bulunma ihtimaliniz vardır." (noam chomsky)

bir kadınla seks yaptığında nazik ol ve onu dinle. ona saygı ve değerle yaklaş, onu sevmesen bile. her zaman doğruyu söyle. her zaman doğru olanı yap. her günü son günün olabilirmiş gibi yaşa. her şeyiyle yaşa. maceraperest ol, cesur ol ama tadını çıkar; çünkü hemen geçiyor. ve sakın öleyim deme.

29.12.2020

kültürel barbarlık

elfriede jelinek

sürü içgüdüsü vasat olana çok değer verir. yere göğe koyamaz vasatı. vasatlar çoğunluğu oluşturduğu için güçlü olduklarını zanneder. orta tabakanın herhangi bir korkusu, üzüntüsü yoktur. bu tabakanın mensupları, var olduğunu sandıkları sıcaklık uğruna birbirlerine sokulurlar. orta tabaka sizin yalnız kalmanıza izin vermez, hele kendinizle hiç. ve bundan büyük hoşnutluk duyar. onların varoluşlarında hiçbir şey suçlama nedeni değildir ve hiç kimse onlara varlıklarından hareketle bir suçlama yapamaz.

kültürel barbarlığın hüküm sürdüğü bir ülkede tıka basa doymuş barbarlar bunlar. gazetelere bir kez daha göz atın. gazeteler, haber diye verdikleri olay kahramanlarından daha barbarlar. karısını ve çocuklarını özenle parçalara ayırıp daha sonra midesine indirmek için buzdolabında saklayan adam, bunu haber olarak yazan gazeteden daha fazla barbar değil.

insanlar yalnız yürürken de dururken de zorlanır; sanki tek başlarına olunca dünya üzerinde ağır bir yük oluşturuyormuşçasına, insanlar sürüler halinde dolaşır. omurgası olmayan, şekilsiz, kabuksuz sümüklü böcekler ve hiçbir şeyden haberleri yok. hiçbir büyü, hiçbir müzik büyüsü elini sürmez bunlara ve etkisi altına almaz. hiçbir esinti yaratmayan derileriyle birbirlerine yapışmış haldeler çünkü.

28.12.2020

ölüm

george sand


"alnının teriyle
zavallı yaşamını kazanacaktın
uzun bir çalışma ve didinmeden sonra
işte ölüm seni bekliyor"

hans holbein'ın bir kompozisyonunun altındaki, eski fransızcayla yazılmış bu dörtlük, yalınlığı içinde derin bir üzüncü anlatır.

resim, bir tarlada çift süren bir çiftçiyi betimler. uzakta geniş bir ova, bu ovada yoksul kulübeler göze çarpar. güneş, tepenin ardında batıyor. çetin bir iş gününün sonudur. köylü, üstü başı eski püskü, bodur ve yaşlı bir adamdır. yeddiği atlar zayıftır, bitkindir; saban engebeli ve sert bir toprağa saplanmıştır. bu ter ve didinme sahnesinde yalnızca bir yaratık neşeli ve çeviktir. bu, ürkmüş atların yanı sıra, saban izleri içinde koşan ve atları kamçılayarak yaşlı çiftçiye yamaklık eden düşlemsel bir kişi, kamçılı bir iskelettir. holbein'ın felsefi ve dinsel olduğu kadar üzücü ve gülünç konularının arasına simgesel olarak kattığı bu ürkütücü hayal ölümdür ve ölümün simgesi adını almıştır.

sanatçının yapıtına, hep amansız bir üzünç, korkunç bir yazgı egemendir. bu, insanlığın kara yazısıdır.

27.12.2020

din ve şiddet

a. l. campillo / j. i. ferreras

başkasına duyulan saygı -nitekim evrensel ahlakın temelidir- hiçbir dine bağlı değildir ve herhangi bir tanrı tarafından vahyedilmeye ihtiyacı yoktur. buna karşılık, din savaşları adıyla yeryüzünü kasıp kavurmuş anlamsız cinayetlerin, engizisyonlar ve soykırımların sorumlusu pekala dinsel inanışlar ve onlardan doğan ahlak anlayışlarıdır.

sırf dinsel olan bir ahlak tanrı adına cinayet işler; laik olan bir ahlak ise öldürmek için hiçbir neden bulamaz.

budizm gibi eline kan bulaşmamış dinler son derece azdır; ama genel olarak yeryüzünde kendisini silah ve kanla kabul ettirmemiş din yok gibidir.

sonuç olarak, insanı iyileştirme arzusundan doğmuş olsa bile, tüm dinsel ahlak kısa sürede bir iktidar aracına dönüşmüştür. dolayısıyla, bildiğimiz dinler ahlaklarını savunduklarında, aslında her şeyden önce kendi otoritelerini, iktidarlarını savunurlar.

yeni toplum ya sivil, laik olacaktır ya da toplum olamayacaktır.

26.12.2020

yaşamak

osho

sannyasinler bana nasıl yaşamaları, ne yapmaları, ne yapmamaları gerektiğini sorduklarında sadece şunu söylüyorum: "beni anlamıyorsunuz. benim tek mesajım gittikçe daha çok kendiniz olmanızdır."

ilki kendiniz olmaktır. ikincisi kişinin kim olduğunu bilmesidir. onun için kendiniz kalın, doğal kalın. sizi yöneten bu yaşamın ne olduğunun gittikçe daha farkında olmaya çalışın. kalbinizde kim atıyor? soluğunuzun ardında kim var? sadece gittikçe daha uyanık olun -ve ne yaparsanız, ne düşünürseniz, ne hissederseniz hissedin sadece uyanık olun, tepedeki bir gözlemci olun ve bu gözlem sizin ilminiz olan ilmi bulmanıza yardım eder. bu gözlem ne yemeniz ve ne yememeniz gerektiğini, ne yapmanız ne yapmamanız gerektiğini bulmanıza yardım eder.

sürekli gözlemek sizi yük olan ve gereksiz yere taşıdığınız pek çok şeyden kurtarır ve sadece sizinle uyum içinde olanı -bir yük değil, bir rahatlama olanı- seçmenizi mümkün kılar. eğer uyanık yaşarsanız doğru yaşarsınız. eğer taklit içinde yaşarsanız yanlış yaşarsınız. benim için tek bir günah vardır, o da kendiniz olmamaktır. bütün dinler bunu önlediler. geçmişin başımıza attığı bu saçmalıktan kurtulmanın zamanı geldi.

eğer tekrar adem ile havva olabilseydiniz -musa, mahavira, muhammed, isa, konfüçyüs, lao tzu olmadan. eğer tekrar yeni doğmuş, henüz cennet bahçesinden çıkan adem ile havva olsanız -ne yapacağınızı, hangi bilginin doğru olduğunu soracak kimse, hiçbir rahip, hiçbir papa yokken- ne yapardınız? onu yapın!

25.12.2020

gerçek sorun

woody allen

şu çılgın dünyada güvenli bir şey kaldı mı? bitimli bir dünyada, benim alt ve üst bedenim dikkate alındığında, anlamlı bir şey bulmak nasıl mümkün olabilir?

bilimin bizi yarı yolda bıraktığını düşünürsek bu çok zor bir sorudur. evet, birçok hastalığı alt etmiştir, genetik şifreyi kırmıştır, insanı ay'a bile götürmüştür ama seksen yaşında bir adamı on sekizinde iki garson kızla odaya kapattığınızda pek bir şey olmamaktadır. çünkü gerçek sorunlar hiç değişmez.

çaresiz, kaderimle yalnız yüzleşeceğim. tanrı yok. hayatın anlamı yok. hiçbir şey kalıcı değil. büyük shakespeare'in eserleri bile evren yanıp tükendiğinde kül olacak. gerçi titus andronicus gibi oyunları düşününce bu o kadar da kötü bir şey değil ama ya diğerleri?

insanlar niye intihar ediyor belli! niye noktalamıyoruz bu saçmalığı? niye hayat denen bu berbat müsamereyi oynamak zorundayız? içimizde bir ses "yaşa!" diyorsa desin. çok ücra bir köşemizden bir komut geliyor sürekli, "yaşamayı sürdür!" diye. cloquet, bu sesin sahibini tanıdı. sigortacısıydı. tabii ya, dedi, "fishbein tazminat ödemek istemiyor."

sokrates'le tanışmak isterdim. sadece çok büyük bir düşünür olduğu için değil. antik yunanlıların bu en bilgesinin beni kendisine çeken tarafı, ölüm karşısındaki cesaretidir. kararı, ilkelerinden vazgeçmek yerine, bir şeyleri kanıtlamak için canını vermekti. fikir adamı için ölüm son değil, başlangıçtır.

24.12.2020

öğrenilmiş toplumsal davranışlar

humberto r. maturana / francisco g. varela

öğrenilmiş toplumsal davranışların kuşaklar arası kalıcılığının en bilinen örneklerinden biri, alt tropikal japon adalarında yaşayan yabani makak kolonisi üzerine yapılan bir dizi zoolojik çalışma esnasında gerçekleşmiştir. makaklarla çalışmalarının bir parçası olarak araştırmacılar sahile patates ve mısır bırakmıştır. böylece normalde sahil yanındaki ormanda yaşayan maymunlar, daha rahat izlenebilecekleri sahile gitmişler. bir süre sonra kum, kayalar ve denize daha çok alışmışlar. bu dönüşümler esnasında yapılan bir gözleme göre, imo adındaki akıllı dişi bir gün patatesleri suda yıkayarak, yiyeceğin tadını bozan kumlardan kurtulabileceğini keşfetmiş. birkaç gün içinde diğer makaklar da -özellikle genç olanlar- imo'yu taklit etmiş ve patateslerini yıkamaya başlamış. dahası birkaç ay içinde bu yeni davranış yakındaki kolonilere yayılmış. birkaç ay sonra, patates yıkamayı keşfetmesinin ardından, imo bir davranış daha geliştirmiş. kumla karışmış -ve dolayısıyla yemesi zor- buğdayı alıp suya atmış, kum dibe çökünce yüzen buğdayları toplamış. adadaki diğer koloniler bu ikinci icadı da yavaş yavaş benimsemiş. yeni davranış biçimlerini kazanma konusunda en geride kalanların daima en yaşlı maymunlar olduğu gözlenmiş.

yeni doğmuş bir kuzuyu birkaç saatliğine annesinden ayırır ve daha sonra annesinin yanına getirirsek kuzu görünüşte normal biçimde gelişir. büyür, yürür ve annesini takip eder; biz gözlemciler diğer kuzularla etkileşimini gözlemleyene kadar tuhaf bir şey görülmez. bu hayvanlar koşup oynamayı, birbirlerine tos atmayı severler. annesinden birkaç saatliğine ayırdığımız kuzu bunları yapmaz. bunları nasıl yapacağını bilmez, nasıl oynayacağını öğrenmez. tek başına durur. bu kuzuya ne olmuştur? bu soruya verecek detaylı bir yanıtımız yok ama biliyoruz ki sinir sistemi durumlarının dinamikleri, sistemin yapısına bağlıdır. bu hayvanın diğerlerinden farklı davranması, geçici anne mahrumiyetinden ötürü sinir sisteminin diğer hayvanlarınkinden farklı olduğunu gösterir. bir kuzu doğduktan sonraki ilk saatlerde anne, devamlı olarak kuzunun bütün vücudunu yalar. yeni doğmuş kuzuyu annesinden ayırarak bu etkileşime ve etkileşimin dokunma ve görmeye ilişkin uyarımlar bakımından içerdiği her şeye, ayrıca muhtemelen farklı kimyasal temaslara müdahale etmiş oluruz. deney bu etkileşimlerin, sinir sisteminin yapısal dönüşümü için belirleyici olduğunu ve bu dönüşümün basit yalama davranışının çok ötesinde sonuçlar doğurduğunu gösterir.

1922'de hindistan'ın kuzeyinde birlikte yaşadıkları bir kurt ailesinden kurtarılan -ya da koparılan- iki hindu kız çocuğu, insan etkileşiminden bütünüyle soyutlanmış olarak büyütülmüşlerdi. kızlardan biri 8, diğeri 5 yaşındaydı. küçük olan bulunduktan kısa bir süre sonra öldü; diğeri bir grup yetimle birlikte yetiştirildiği kampta 10 yıl kadar hayatta kaldı. bulunduklarında kızlar, iki ayak üzerinde yürümeyi bilmiyordu. elleri ve ayakları üzerinde hızla hareket ediyorlardı. elbette konuşmuyorlardı ve yüzlerinde de herhangi bir ifade yoktu. sadece çiğ et istiyorlardı ve geceleri daha faaldiler. insanlarla irtibat kurmayı reddediyor, köpek ve kurtlarla bir arada olmayı tercih ediyorlardı. bulunduklarında sağlık durumları sorunsuzdu ve görünürde zihinsel gerilik veya yetersiz beslenme belirtisi yoktu. kurt ailesinden ayrılmaları derin bir depresyona yol açıp onları ölümün eşiğine getirmişti. 10 yıl hayatta kalan kız zaman içerisinde beslenme alışkanlıklarını ve faaliyet döngülerini değiştirdi. acil durumların yarattığı stres altında dört ayağı üzerinde koşma davranışına dönüş yapsa da iki ayağı üzerinde yürümeyi öğrendi. fakat birkaç kelime kullansa da hiçbir zaman doğru dürüst konuşmayı öğrenmedi. ona bakan anglikan misyonerle ailesine de, onunla yakınlaşan diğer insanlara da hiçbir zaman tam anlamıyla bir insan olduğu hissini vermedi.

23.12.2020

aşk

thomas hardy

onunla birlikte bayır yukarı yürürken gabriel yakında başına geçeceği öbür çiftliğin işlerinden söz açtı. birbirlerine besledikleri duygulardan pek az konuştular. böyle eski, denenmiş iki dost arasında süslü sözlerin ve şairce yeminlerin gereği galiba yoktu. onlarınki gibi sevgiler, eğer doğacaksa, iki kişinin önce birbirlerinin kötü huylarını tanıyıp, iyi yönlerini en son öğrenmeleriyle doğar.

aşk, katı, gündelik gerçek yığınlarının arasındaki çatlaklarda yeşerir. çoğunlukla iki kişinin amaç ve işlerinin benzerliğinden doğan bu sıkı dostluk, bu can yoldaşlığı, yazık ki kadınla erkek arasındaki aşklarda pek seyrek bulunur. çünkü kadınlar ve erkekler çalışma amacıyla değil, yalnızca zevk amacıyla bir araya gelirler. gene de uygun koşulların böyle bir can yoldaşlığına zemin hazırladığı yerde bu çok yönlü duygunun, ölüm kadar güçlü olan tek aşk olduğu görülür, öyle bir aşk ki, sular söndüremez, seller boğamaz ve çoğunlukla aşk adı verilen öbür duygular bunun yanında buhar kadar cılız ve uçucu kalır.

22.12.2020

büyük şairin gücü

goethe

mükemmel olan her şey kendiliğinden klasiktir, hangi türe ait olursa olsun.

insanın erişebileceği en yüksek düzey hayret etmektir ve eğer en ana fenomen bile onu şaşırtıyorsa memnun olmalı; ona daha yüksek bir şey nasip olamaz ve bunun arkasında bir başka şey de aramasın; çünkü sınır burasıdır.

bilgelik yalnızca hakikattedir ve yalın olandan başka hiçbir şey hakiki değildir.

her sanatın en önemli görevi yüce gerçek yanılsamasını görüntüyle vermesidir. fakat sonunda sıradan bir gerçek kalıncaya kadar görüntüyü gerçek kılmaya çalışmak yanlış bir çabadır.

önemli bir şey, ancak insan kabuğuna çekilirse yaratılabilir.

bir kitleyi etkilemek istiyorsanız, sade bir anlatım her zaman daha iyidir. özgün metinle yarışan açıklamalı çeviriler aslında sadece üniversite profesörlerinin kendi aralarındaki sohbete yarar.

resim için çerçeve neyse, yazı için de cilt odur.

kendini tahlil etmeyen sıradan insanların geçici olarak üzüldüğü ve düşüncelerinden uzaklaştırmaya çalıştığı şeyi seçkinler çok iyi fark eder, dikkate alır; yazıya, mektuba, günceye döker.

21.12.2020

ölümsüz yahudi

georg büchner

şu lanet olası teori: hiçbir şey yok olmaz. ve ben bir şeyim, asıl dert bu! yaratılış öyle yaydı ki kendini! hiçbir boşluk yok, her yer kalabalık. hiçlik intihar etti, yaratılış onun yarasıdır, biz onun kanının damlalarıyız, dünya da içinde çürüdüğü mezar. delilik gibi geliyor kulağa ama bir hakikat payı da var içinde.

dünya ölümsüz yahudi'dir, hiçlik ölümdür ama imkansızdır. şarkıda söylendiği gibi: "ah ölememek, ölememek!"

hepimiz diri diri gömüldük, krallar üç ya da dört katlı tabutlarla defnedildiler, gökyüzünün altında evlerimizde, ceketlerimiz ve gömleklerimizin içinde. elli yıl boyunca tabutun kapağını tırmalıyoruz. yok oluşa inanan biri olsaydı kurtulurdu. ölümde umut yok, o sadece çürümenin daha basit bir biçimidir, yaşamsa daha çapraşık, daha organize bir biçimi, aradaki tek fark bu! ama ben tam da çürümenin bu biçimine alışmışken, şeytan bilir öteki türüyle nasıl başa çıkarım.

ah julie! ya yalnız gidersem? beni tek başıma bırakırsa? tamamen bir avuç toz olurum, atomlarımın her biri yalnızca onda huzur bulabilir. ölemem ben, hayır, ölemem, bağırmalıyız, yaşamın her damlasını organlarımdan zorla söküp almalılar.

yarın eskimiş ayakkabılar olacağız, kara toprak denilen dilencinin kucağına atılacağız.

dilini boğazından dışarı ne kadar uzatırsan uzat, yine de alnındaki ölüm terlerini yalayamazsın.

ölüm doğumu taklit eder, ölürken de çaresiz ve çıplağızdır yeni doğan bebekler gibi. elbet kundak yerine kefene sararlar bizi. neye yarar? mezarda da beşikteki gibi mızırdanabiliriz.

kuklalarız biz, bilinmeyen güçler tarafından oynatılan, biz kendimiz değiliz! ruhların çarpıldığı kılıçlarız -yalnızca eller görünmüyor, masaldaki gibi.

20.12.2020

güneş ülkeliler

tommaso campanella

güneş ülkeliler et, tereyağ, bal, peynir, çok çeşitli yeşillikler ve sebzelerle besleniyor. baştan beri hayvanların öldürülmesine karşılarmış, bunu zalimlik olarak görüyorlarmış; hatta daha sonradan bitkileri yok etmenin de aynı derecede zalimlik olduğunu, onların da bir canı olduğunu düşünmüşler. ama açlıktan öleceklerini anlayınca, aşağı seviyedeki varlıkların yüksek seviyedeki varlıklar için yaratıldığına karar vermişler, o gün bu gündür et de yiyorlar, sebze de.

güneş ülkesi'nde görev bölümü yapıldığından meslekler, emekler ve işler paylaşıldığından, insanlar günde 4 saatten fazla çalışmıyor. kalan zamanlarını güle oynaya öğrenmeye veriyorlar, tartışıyorlar, okuyorlar, anlatıyorlar, yazıyorlar, yürüyüş yapıyorlar, zihin jimnastiği yapıyorlar, beden eğitimi yapıyorlar, üstelik neşe içinde. oturarak oynanan oyunlara izin verilmiyor; ne aşık kemiğine, ne zara, ne satranca ne de bu tür bir oyuna. top oynuyorlar, balon oynuyorlar, çember çeviriyorlar, güreşiyorlar, cirit atıyorlar, ok fırlatıyorlar, tüfek atıyorlar. kahredici yoksulluk altında ezilen insanların kötü huylar edineceklerini, kurnaz, asık suratlı, hırsız, sinsi, serseri, yalancı olacaklarını ve güvenilmez tanıklıklarda bulunacaklarını söylüyorlar. zenginliğin ise onları terbiyesiz, kibirli, cahil, hain, bilgisizliğine rağmen ukala, hilekar, övüngen, sevgi yoksunu, iftiracı kimselere dönüştüreceğine inanıyorlar. onların ülkesinde zengin-yoksul hepsi beraber bir ortaklık kurmuştur. hepsi zengin; çünkü her şeye sahipler, hepsi yoksul; çünkü hiçbir şeye sahip değiller. sonuçta malın mülkün kölesi değiller; aksine malı mülkü kendilerine köle kılmışlar.

güneş ülkeliler dünyada büyük bir bozuluşun yaşandığını açık seçik itiraf ediyorlar; insanların gerçek anlamda üstün yasalarla yönetilmediğini, iyilerin işkence çekerken, hakaret işitirken kötülerin saltanat sürdüğünü söylüyorlar; oysa onlara göre, kötülerin mutlu yaşamı aslında mutsuz bir yaşamdır. çünkü bu yaşamda kişinin kendisini yok etmesi söz konusu, yok olanı da varmış gibi gösterme, yani gerçeklikte var olmayan kralları, bilgeleri, güçlüleri, kutsalları var gibi gösterme. buradan hareketle, ilineksel bir nedenden ötürü insan yaşamında büyük bir kargaşanın ortaya çıkmış olduğu sonucuna varıyorlar.

onlara göre bütün varlıklar varlığa katıldıkları kadar güç, bilgelik ve sevgi'den oluşur ve yokluğa katıldıkları kadar da güçsüzlük, bilgisizlik ve sevgisizlikten.

atalarının işlediği günahların çocuklarının hanesine suç olarak değil de, ceza olarak yazılacağını düşünüyorlar. ama çocukların işlediği günahların babalarının hanesine suç olarak yazılacağına inanıyorlar.

güneş ülkeliler insanın özgür iradesi olduğuna kesinlikle inanıyorlar ve diyorlar ki, içlerinden büyük bir filozof düşmanları tarafından kırk saat işkenceye maruz bırakılsa bile, sorgulandığı herhangi bir konuda ağzından tek laf çıkmayacaktır; bir kere söylememeye karar vermişse bitmiştir.

19.12.2020

zorba

platon

halkın başına geçen adam, çoğunluğun kendine kul köle olduğunu görünce yurttaşlarının kanına girmeden edemez. onun gibilerin hoşlandığı lekeleme yolunu tutar, onu bunu suçlandırıp mahkemelere sürükler, vicdanını kirletip canlarına kıyar. kimini sürer, kimini öldürtür. bu arada topluma borçların bağışlanacağı, toprakların yeniden dağıtılacağı umudunu verir.

böyle bir adamın kaderi bellidir artık: ya düşmanlarının eliyle ölecek ya da bir zorba olacaktır.

zorbanın yükselmesine yardım etmiş hatırı sayılır kimseler arasından sözlerini esirgemeyenler çıkar. en yiğitleri kendi aralarında; hatta zorbanın yüzüne karşı durumun kötülüğünü söylerler. başta kalmak isterse zorbanın bütün bu adamları temizlemesi gerekir. dostları arasında olsun, düşmanları arasında olsun, bir tek değerli insan bırakmaz. istesin istemesin, bunlarla uğraşmadan, ayaklarını kaydırmadan rahat edemez. sonunda devleti temizler hepsinden ama hekimlerin başvurduğu temizlemenin tam tersidir bu. onlar bedende kötü ne varsa atıp yalnız iyiyi bırakırlar, zorbaysa iyileri atıp kötüleri bırakır.

18.12.2020

insan, hayat

tolstoy

bu dünyadaki hayatımızın hiçbir anlamı yoktur.

önemli olan şey, bir insanın ulaştığı ahlaki kusursuzluk değil, buna nasıl ulaşmış olduğudur.

hayatın umutsuzluğundan kendini kurtarmanın tek yolu, benliğini evrene yansıtmaktır.

yaratmanın verdiği zevkten başka gerçek bir zevk yoktur. ister kalem yapılsın, isterse çizme, ekmek veya çocuk, yaratma olmadan gerçek bir zevk duymaya imkan yoktur; yaratmanın dışında, hiçbir zevk yoktur ki, endişeyle, acıyla, vicdan azabı ve utançla karışmamış olsun.

insanın kendi hayatını mümkün olduğu kadar doğru bir şekilde anlatması, her insan için büyük bir değer taşır ve bütün insanlar için de son derece yararlıdır.

bir insanın hayatındaki en önemli olay, kendi benliğinin bilincine vardığı andır; bu olayın sonuçları en büyük iyiliğe de yol açabilir, en korkunç şeylere de.

insan artık yaşama sarhoşluğunu duyamaz hale geldiyse, yaşaması mümkün değildir.

düşünceye karşı zora başvurmak, güneşi balçıkla sıvamaya benzer: güneşin ışıklarını neyle örtmeye çalışırsak çalışalım, her zaman üste çıkacaklardır.

"doğarken birlikte getirdiğin yasaya uymak zorundasın, ondan hiçbir zaman kurtulamazsın." (goethe)

felsefe üzerine on cilt kitap yazmak, bir tek ilkeyi uygulamaktan daha kolaydır.

insanların size kulak vermesi için, gerçeği, acı çekerek ve hatta ölümle pekiştirmek gerekir.

ailem içerisinde rahat değilim, çünkü yakınlarımın duygularını paylaşamıyorum. onları sevindiren her şeyi, okul sınavlarını, yüksek tabakadan kimseler arasında başarı kazanmayı, alışverişleri, bütün bunları ben onlar için bir kötülük ve bir felaket olarak görüyorum, ama bunu onlara söylememeliyim. aslında söyleyebilirim ve söyledim de; ama bu sözlerimden kimse bir şey anlamadı.

17.12.2020

yoksun

charles bukowski

insanlarla beraberken kendimi rahatsız hissediyorum. benden uzak şeylerden söz edip benim duymadığım heyecanlar duyuyorlar. ama kendimi en çok onlarla beraberken güçlü hissediyorum. şöyle düşünüyorum: onlar bütünün bu küçük parçaları ile varlıklarını sürdürebiliyorlarsa ben de sürdürürüm. ama yalnızken ve kendimi bir tek duvarla, nefes almakla, tarihle, kendi sonumla kıyaslayabildiğimde bazı tuhaf şeyler olmaya başlıyor. anlaşılan ben zayıf bir adamım. incil'i denedim, filozofları, şairleri; ama bir şekilde hepsi hedefi şaşırmışlardı. tamamen başka bir şeyden söz ediyorlardı. ben de okumayı kestim uzun bir süre önce. içki, kumar ve seks biraz işe yarıyordu ve bu yaşantımda cemiyetin, şehrin, ülkenin herhangi bir ferdi gibiydim; ancak tek fark, benim "başarmak" isteği duymamamdı. bir aile istemiyordum, ev istemiyordum, saygın bir iş istemiyordum. böyleydim işte: entelektüel değilim, sanatçı değilim, alelade bir insanı kurtaran köklerden de yoksunum. arada derede kalmış bir şey gibiyim ve sanırım bu da deliliğin başlangıcıdır.

16.12.2020

üstün insan

konfüçyüs

üstün insan, sağlam karakterli, dürüst ve doğruluğu seven kişidir. o, insanların sözlerini ölçer; kişiliğini inceler ve başkalarına karşı alçak gönüllü olmaya çalışır.

üstün insan arkadaşlarını kültür yoluyla bulur. onların arkadaşlıklarıyla da kendi erdemini yüceltir.


büyük ve üstün insan naziktir ama yaltaklanmaz. küçük insan yaltaklanır ama nazik değildir.


büyük ve üstün insana hizmet etmek kolay ama onu hoşnut etmek güçtür. küçük insana hizmet etmek güçtür, hoşnut etmek kolaydır.


büyük ve üstün insan ağırbaşlıdır ama kendini beğenmiş değildir. küçük insan ise kendini beğenir ve ağırbaşlı değildir.


erdemli insanların söyleyecek sözleri vardır ve doğru konuşurlar ama her söyleyecek sözü olan ve doğru konuşan erdemli değildir. üstün insan cesurdur ama her cesur olan üstün insan değildir.


üstün insan olup da erdemi olmayan insanlar bulunabilir! fakat küçük insanlar asla erdemli olamaz.


büyük ve üstün insanın yükselmesi yukarıya doğrudur. küçük insanın yükselmesi ise aşağıya doğrudur.

mr. nobody

jaco van dormael

hiçbir seçim yapmadığınız sürece her şeyi mümkün kılarsınız.

"tek bir kar tanesi, bambunun yaprağını bükebilir." (çin atasözü)

seçilen her yol doğru yoldur.

tennessee williams: yaşanılanlar bambaşka şekillerde vuku bulabilirdi; ancak öyle olsa dahi, yine de aynı mana ve değeri taşırdı.

benim yaşımdaki biri için mumlar pastadan daha fazla tutar. ölmekten korkmuyorum. yeterince hayatta kalmadığım için korkuyorum. bütün okulların tahtalarında şöyle yazmalı: "hayat bir oyun bahçesidir ya da hiçbir şeydir."

boşversene. hayatta tek bir fırsatın olur. kötü bir seçimse, bununla baş etmen gerekir.

sen de yoksun, ben de. bizler 9 yaşındaki bir çocuğun hayal dünyasında yaşıyoruz yalnızca. imkansız bir seçimle karşı karşıya gelen 9 yaşındaki bir çocuğun.

gün gelir, hayattaki her şey çekilmez görünür göze. seçimler çoktan yapılmıştır. elimden ancak hayatıma devam etmek geliyor. kendimi avucumun içi gibi tanıyorum. her tepkimi önceden görebiliyorum. hayatım hava yastıklarıyla emniyet kemerleri arasına hapsolmuş. bu noktaya ulaşabilmek için her şeyi yaptım ve ulaştım da ama sıkıntıdan ölüyorum. en zoru da hala hayatta olduğumun farkında olmam.

15.12.2020

stendhal

elias canetti

yazınsal ya da başka herhangi bir tür kişisel ölümsüzlük üzerinde düşünmeye en iyi stendhal gibi bir adamla başlanabilir. dine ondan daha çok karşı olan ve dinin vaatleri ve yükümlülüklerinden onun kadar arınmış biri zor bulunur.

stendhal'ın düşünce ve duyguları bütünüyle bu hayata yönelmişti; o, bu hayatı tam ve derin bir biçimde yaşadı. ona haz verebilecek şeylerin keyfîni çıkararak, kendisini bütünüyle hayata verdi; bunu yaparken sığ ya da bayağı olmadı; çünkü sahte birlikler yapılandırmaya çalışmak yerine, ayrı olan her şeyin ayrı kalmasına izin verdi. çok düşündü, ama düşünceleri asla soğuk değildi. onu harekete geçirmeyen her şeyden kuşku duyardı. kaydettiği ve şekillendirdiği her şey ateşli yaradılış anına yakındı. pek çok şeyi sevdi ve bunların bazılarına inandı da ama hepsi onun için mucizevi bir biçimde somut kaldı. bunların hepsi orada, onun içindeydi ve onlara, sahte düzene sokma numaralarına başvurmaksızın derhal ulaşabilirdi.

hiçbir şeyi mutlak addetmeyen, her şeyi kendisi için keşfetmek isteyen; hayat his ve ruhtan ibaret olduğu sürece, hayatın kendisi olan; her durumun merkezinde olan ve bu yüzden de dışarıdan bakabilen; söz ve tözün tek bir şey olduğunu sezdiğinden, dili arındırmayı tek başına kendine vazife edinmiş gibi görünen bu adamın, bu nadide ve gerçekten özgür adamın gene de, bir sevgiliden söz edercesine yalın ve doğal olarak söz ettiği bir inancı vardı.

stendhal, kendisine acımaksızın, birkaç kişi için yazmaya razıydı; ama yüz yıl içinde pek çok kişi tarafından okunacağından da emindi.

yazınsal ölümsüzlüğe duyulan inanç, modern zamanlarda hiçbir yerde daha açık, daha saf ve daha az gösterişli bir biçimde bulunamaz. bu inanca sahip olan bir insan ne demek ister? onunla aynı zamanda yaşamış insanlar artık burada değilken kendisinin hâlâ burada olacağını söylemek ister. böyle olmakla yaşayanlara karşı herhangi bir husumet besliyor değildir; onlardan kurtulmaya ya da onlara herhangi biçimde zarar vermeye de çalışmaz. hatta onları kendine rakip olarak bile görmez. sahte ün kazananları hakir görür; eğer onlarla onların silahlarıyla savaşmış olsaydı kendisini de hakir görürdü. onlara kin gütmez; çünkü onların nasıl tamamen yanılgı içinde olduklarını bilir, ama o bir gün ait olacağı topluluğu, yapıtları hâlâ yaşayan, ona hitap eden ve onu besleyen, eski çağların insanlarının oluşturduğu, kendisinin de bir gün ait olacağı topluluğu seçer. onlara duyduğu şükran, hayatın kendisine duyduğu şükrandır.

hayatta kalmak için öldürmek, böyle bir insan için anlamsızdır; çünkü onun hayatta kalmak istediği zaman şimdiki zaman değildir. o ancak yüz yıl içinde, artık yaşıyor olmayacağı ve öldüremeyeceği zaman raflara girecektir. o zaman bu, kendisine yapacak hiçbir şey kalmayacağından, yapıt yapıta bir mücadele olacaktır. önemli olan gerçek rekabet, rakipler artık orada yokken başlayandır. bu yüzden o bu kavgayı izleyemez bile. ama yapıt orada olmalıdır ve orada olacaksa, hayatın en büyük ve en saf ölçütünü içermelidir.

stendhal öldürmeyi kesin olarak reddetmekle kalmaz, aynı zamanda burada onunla birlikte yaşamakta olan herkesi kendisiyle birlikte ölümsüzlüğün içine çeker ve ancak o zaman bunlar, en büyüğünden en küçüğüne kadar gerçek anlamda canlı kalır.

stendhal, kendisi öldüğü zaman, yeryüzünde alışık oldukları her şeyi ölüler dünyasında bulabilmeleri için, bütün çevresi de ölmesi gereken o yöneticilerin tam zıddıdır. bu yöneticilerin nihai iktidarsızlıkları bundan başka hiçbir şeyde daha berbat bir biçimde açığa vurulmaz. hayatta öldürdükleri gibi, ölümde de öldürürler; bir dünyadan diğerine giderken katledilenin maiyeti onlara eşlik eder. ama stendhal’in kitaplarını açan kim olursa olsun, onu ve ayrıca onu çevreleyen her şeyi bulacaktır; bunu burada, bu hayatın içinde bulacaktır. böylelikle ölüler kendilerini, yaşayanlara besin olarak sunarlar; onların ölümsüzlüğü yaşayanlara yarar. ölümsüzlükleri, hem ölülere hem de yaşayanlara yarayan, ölülere verilen kurbanın tersidir. ölülerle yaşayanlar arasında artık garez yoktur ve hayatta kalmak artık sızıya neden olmaz.

planlı eskitme

richard sennett

aşırılık ve israf, kendi kendini tüketen tutkunun çatısı altında evlendiler. eski rejimde parisli bir katibin evindeki gardıroba göz atabilseydik, elde dikilmiş birkaç kadın elbisesi, belki iki erkek takımı ve kuşaktan kuşağa geçen ayakkabılardan başka bir şey bulamazdık. mutfakta yine elde yapılmış tek bir tabak takımı, birkaç tencere, kaşık ve kepçeler bulurduk.

vance packard'ın xx. yüzyıl ortalarında yayımlanan hidden persuaders (çaktırmadan ikna) adlı incelemesinde etkili bir biçimde ileri sürülmüştü. burada şeytani olan pazarlamaydı. diğer açıklama, halk yeni şeyler satın alsın diye ürünlerin kasten dayanıksız yapıldığını savunan "planlı eskitme" idi. bu ikinci açıklamanın dayandırıldığı kanıtlar amerikan otomobil ve giyim endüstrilerinden geliyordu; arabalar öylesine zayıf kaynak yapılıyor, giysiler öylesine kötü dikiliyordu ki, iki üç yıl sonra çöpe gidecek hale geliyordu. burada şeytani olan üretimdi.

markalaşma ise küresel ölçekte satılan temel bir ürünü farklı gösterme, homojenliği gözden saklama amacındadır. marka, tüketiciye, ürünün kendisinden daha değerli görünmelidir.

volkswagen şirketinin tüketicileri, alçak gönüllü bir skoda ile üst model bir audi arasındaki farkların, üst modelin, alt modelin fiyatının iki katından fazla bir paraya satılmasını haklı çıkardığına ikna etmesi gerekir. içerikteki %10'luk bir fark nasıl olup da fiyatta %100'lük bir fark haline gelebilir?

bir uçağın hızı, uçağın hizmet platformu sayılabilir. okyanus aşırı bir uçuşta birinci sınıfta yolculuk etmek, ekonomi sınıfında yolculuk etmekten 4-5 kat daha pahalıdır; fakat iş adamı ne 4-5 kat daha geniş bir yerde yolculuk eder ne de 4-5 kat daha iyi bir hizmet alır. ve uçağın hızı bütün kabinlerde aynıdır.

britanya reklamcılığında skoda, deneyimin ötesinde bir şey olarak sunulur; arabanın içi ve dışı, genellikle sunumu tamamlayan bir sürü bilgilendirici yazı eşliğinde açıkça gösterilir. üst model audi ise genellikle sürücü koltuğundan manzaranın nasıl göründüğünü gösterir. reklamlarda çok az metin vardır ve manzara, üst modelin üstü açık iki kapılı bir araba mı yoksa sahra'da yolculuk ederken de alışveriş merkezine giderken de eşit derecede rahat olan bir sedan mı olduğuna bağlı olarak, reklamdan reklama değişir. bu görsel fark, alıcının zihninde skoda ile audi arasında kurulabilecek her türlü ilişkiyi yıkmayı amaçlar.

imalatçı, nesnenin ne olduğuna gösterilen dikkati azaltarak, nesnenin çağrıştırdıklarını satmayı umar; dışarıdaki manzarayı sürekli olarak değiştirerek, farklı markalarda ve modellerde farklı bir manzara sunuyor görünen ve durmadan değişen bir süreç olan "sürüş deneyimi"ni vurgulamayı umar.

tabii ki, işlev açısından bakıldığında bu, business class yolcularının atlantik'i uçağın arkasında oturanlardan daha hızlı geçtiğini söylemenin eşdeğeridir. tüm markalaştırmalarda işin zor tarafı, bu asılsız temanın varyasyonlarını yaratmaktır ve bu, bağımsızlaştırma yoluyla yapılır.

altın kaplama, planlı eskimenin yarım yüzyıl önce şekillenmiş olan şartlarını değiştirdi.

tüketici, giderek artan bir şekilde homojenleşen mallarda fark uyaranını arar. bir klon kentten bir diğerine gezip duran, her kentte aynı mağazalara girip, aynı ürünleri satın alan bir turiste benzer. önemli olan geziyor olmasıdır: tüketiciyi uyaran, ileri gitme sürecinin kendisidir.

sosyolog guy debord tüketicinin nesnelere yaptığının bu olduğunu söyler: kişinin arzusunu değiştirmesi, seyahat etmek gibi, bir gösteri haline gelir; insan yer değiştirdiğini hissettiği sürece, satın aldığı şeylerin hep aynı olmasının önemi yoktur. sosyolog erving goffman, reklamcılık üzerine yaptığı son çalışmalarda, tüketicinin katılımıyla ilgili tamamlayıcı bir görüş öne sürer.

hareket ve tamamlanmamışlık, tahayyüle eşit derecede güç verir; sabitlik ve katılık ise tahayyülü eşit derecede zayıflatır. tüketici, markalaştırma eylemine katılır; ve bu eylemde önemli olan platformdan ziyade altın kaplamadır.

daha çok skoda-eğilimli biri olarak ben bu tür görüşleri ciddiye almakta güçlük çekiyordum; ta ki new york'taki bir reklam ajansında bir votka markasıyla ilgili bir dizi ürün konferansına gidene kadar. votkayla ilgili temel gerçek, tatsız ve hemen hemen kokusuz olmasıdır. birkaç hafta boyunca ajansın "yaratıcı ekip"inin bu yeni votka markasını nasıl satacaklarıyla ilgili kıvranışını seyrettim; buldukları çözüm, ürünün ismiyle birleştirilmiş seksi erkek ve kadın karnı resimleriydi.

resimlerde bunun ne tür bir ürün olduğuyla ilgili hiçbir işaret yoktu. çağrışımları kurmak bütünüyle tüketiciye kalıyordu. kampanyanın ayırıcı özelliği, anlaşılan o ki, çıplak karın görüntülerinin ağızdan ağıza dolaşarak, birinin bana "bileşik çağrışım etkileri" [compound associational effects] olarak açıkladığı şeyi üretecek olmasıydı. (şunu belirtmeliyim ki yaratıcı ekipten birkaç kişi gerçekten içiyordu.)

tahayyüle katılmaya davet eden reklamcılık modern zamanlara özgü olmasa da, günümüzde belli bir ağırlığı var. örneğin, marx'ın "katı olan ne varsa buharlaşıyor" deyişi kapital'in ilk cildinin son sayfalarında meta fetişizminin epeyce farklı bir analiziyle dengelenmiştir. marx'a göre, sıradan şeyler, bir tür kişisel müzede bulunan insan anlamlarıyla büyülü bir şekilde donatılmıştı ve tüketici koleksiyonuna hep daha fazlasını ekliyordu; tüketici hazinelerini istif ediyordu, amacı biriktirmekti. kendinden bunca yatırım yaptığı bu fetişlerden vazgeçmek tüketicinin isteyebileceği son şeydi. şimdi,

kendi kendini tüketen tutku böyle ortaya çıkıyor. bu fantezi kurma davetine burun kıvırmalı mıyız? işlev açısından skoda benzeri bir dünyada yaşamayı yeğleyen katı bir faydacı böyle yapar. gerçek zanaatçı ise ürün iyi olduğu sürece umursamayabilir. fakat sahiplenicilikten kurtulmuş olmak da bir tür özgürlüktür. başımızı kaldırıp ileri bakarsak, yurttaşların kendi çıkarlarını savunmak, halihazırda sahip olduklarını korumak için değil de, olabilecekler için, ortak bir tahayyül için oy vermesi daha iyi olmaz mı?

kendi kendini tüketen tutkunun ikinci bir belirtisi güçte yatar. güç, satın alabileceğimiz bir şeydir; cinsel gücü artıran hapları değil, makineleri kastediyorum. örneğin elektronik endüstrisinde, sıradan tüketicilerin hiçbir zaman kullanmayacakları kadar yüksek kapasiteli gereçler -çoğu insan bilgisayarında en fazla birkaç yüz sayfa mektup saklarken dört yüz kitap saklayabilen bellek sürücüleri, bilgisayarda hiç açılmadan öylece duracak yazılım programları- satın alması sıradan bir şey. bu müşterilerin davranışı, genellikle milim milim ilerleyen trafikte sürünen insanların süper hızlı spor arabalar satın almasına ya da çölde yolculuk etmek için tasarlanan korkunç suv makinelerinin çocukları okula götürüp getirmek için kullanılmasına benzer. tüm bu insanlar güç tüketicileridir.

sermaye piyasalarının doğuşundan beri yatırımcıları yönlendiren, nesnelerin gücüne duyulan akıl dışı inançtır; tıpkı ingiliz yatırımcıların xvii. yüzyılda içine sürüklendiği "lale çılgınlığı"nda olduğu gibi.

ada

aldous huxley

bizler birlikte yaşarız, birbirimizi etkiler ve tepki gösteririz; ama daima ve her halükarda kendi başımızayızdır. din kurbanları arenaya el ele girerler, tek başlarına çarmıha gerilirler. birbirlerine sarılmış âşıklar kucaklaşarak yalıtılmış coşkularını tek bir kendini aşmışlıkta umutsuzca kaynaştırmaya çalışırlar; ama nafile. doğası gereği vücut bulmuş her ruh tek başına acı çekmeye ve zevk almaya mahkumdur. duyular, duygular, içgörüler, hayaller.. bütün bunlar özeldir, sembollerle ve ikincil ellerin aracılığı olmadan iletilemez. deneyimler hakkında bilgi alışverişinde bulunabiliriz ya da bilgi toplayabiliriz; ama deneyimlerin kendilerini değil. aileden ulusa her insan grubu bir ada-evren teşkil eder.

14.12.2020

ey kanatsızlık

ece ayhan

batmış bir tramvay, ahtapotlar, ince ve upuzun barbarlar. yalnızlık dönüşür bir zenci arkadaşa imparator.

kucağında bir padişahın da kuş. istemiyor bitsin. büyüsü. bir boyundaki serüven, uçurum. hiç konuşmuyoruz. anlaşılmayacaksın. ey kanatsızlık! koyulaşır ve bir denizin denizinde ağlarken. bekleyen bir çocuk. yelkenli.

13.12.2020

ağırlık noktası

schopenhauer

normal insan, yaşamından haz alması bakımından, kendi dışındaki şeylere, mala, mülke, mevkiye, kadınlara ve çocuklara, arkadaşlara, topluma vb. muhtaçtır; yaşamının mutluluğu bunlara dayanır; bu yüzden, onları yitirdiğinde ya da onların kendisini aldattığını düşündüğünde yıkılır. ağırlık merkezi kendi dışında olduğu için, sürekli değişen istekleri ve kaygıları vardır. olanakları izin verdiğince, kah çiftlikler, kah atlar satın alır; kah şölenler verir, kah yolculuklara çıkar; ama genel olarak her türlü nesnede bir tür dışsal yetinme aradığı için, büyük bir lüks içinde yaşar; tıpkı zayıf düşmüş bir kimsenin, asıl kaynağı kendi yaşama enerjisi olan sağlığına ve gücüne, et suyu içerek ve eczanelerden aldığı haplarla ulaşmayı umması gibi.

hemen öteki aşırı uca geçmemek için, onun yanına, zihinsel güçleri olağanüstü olmayan ama olağan sınırlı ölçünün üzerinde yer alan bir adam düşünelim; bu adamın herhangi bir güzel sanatla, amatör olarak ilgilendiğini ya da botanik, mineraloji, fizik, astronomi, tarih vb. gibi gerçek bir bilimle uğraştığını ve dışsal kaynaklar kuruduğunda ya da onu artık doyurmaz olduğunda, hemen hazzın büyük bir bölümünü bunlardan aldığını, bunlarda dinlendiğini görürüz. bu yüzden, ağırlık noktasının kısmen kendi içinde yer aldığını söyleyebiliriz.

ancak, sanatla salt amatör bir biçimde ilgilenmek, henüz yaratıcı yeteneğin çok uzağında kaldığı için ve salt gerçek bilimler, olayların ilişkileri açısından birbirlerine bağlı oldukları için, bu insan tüm olaylara nüfuz edemez; tüm özünü iliklerine kadar onlarla dolduramaz ve bu yüzden, tüm varoluşunu, öteki şeylere yönelik tüm ilgisini yitirecek ölçüde bunlarla dokuyamaz. bunu ancak, dahi adıyla tanımlanagelen en yüksek zihinsel olağanüstülükteki kişiler yapabilir; çünkü ancak olağanüstü bir zihniyet, şeylerin özünü ve varoluşunu bütünüyle ve mutlak bir biçimde konu edinir; bundan sonra, bireysel yönelimine göre sanat, şiir ya da felsefe yoluyla, aynı şeyi derin bir biçimde yorumlamaya girişir. bu yüzden, ancak bu türden bir insan için, kendi kendisiyle, kendi düşünceleriyle ve yapıtlarıyla rahatsız edilmeden ilgilenmek, acil bir gereksinimdir; yalnızlık hoşnutluk verir, kendisiyle baş başa kalabilmek en değerli mülktür; geri kalan her şey gereksizdir; eğer varsalar da çoğunlukla sadece bir yük oluştururlar. buna göre, yalnızca böyle bir insanın ağırlık noktasının bütünüyle kendi içinde olduğunu söyleyebiliriz.

buradan, diğer bazıları buna yetkin oldukları halde, bu türdeki son derece ender bulunan insanların, ne kadar iyi bir karaktere sahip olsalar da, arkadaşlara, aileye ve topluma yönelik, içten ve sınırsız bir ilgi duymadıkları anlaşılabilir. çünkü yalnızca kendi kendilerine sahip olduklarından, önünde sonunda kendilerini her şey hakkında avutabilirler. demek ki onlarda fazladan bir yalıtıcı unsur vardır, ötekiler onlara aslında hiçbir zaman bütünüyle yetmediğinden; çünkü ötekilerin tam olarak kendileri gibi olmadığını gördüklerinden, bu unsur daha da etkili olur; heterojen olanı her bakımdan ve herkeste sürekli bir biçimde duyumsadıklarından, yavaş yavaş, insanlar arasında, başka türden bir varlık olarak dolaşmaya ve düşüncelerinde insanlar hakkında birinci değil üçüncü çoğul şahıs zamirini kullanmaya alışırlar.

bu bakımdan, doğanın entelektüel açıdan oldukça zengin bir biçimde donattığı bir kimse, en mutlu kişidir; elbette öznel olan bize, hangi türden olursa olsun üzerimizde ancak dolaylı bir etkisi bulunan, yani yalnızca ikincil konumdaki nesnel olandan daha yakındır.

rahip, kral ve cellat

victor hugo

geçmişin toplumsal yapılanması üç dayanağın üzerinde duruyordu: rahip, kral, cellat. uzun süre önce bir ses, "tanrılar gidiyor!" dedi. son olarak bir başka ses yükselip haykırdı: "krallar gidiyor!" şimdi üçüncü bir sesin yükselmesinin zamanıdır: "cellat gidiyor!" tanrılar için üzülenlere "tanrı kalıyor" denebilir. krallar için üzülenlere "vatan kalıyor" denebilir. cellat için üzülenlere söylenecek bir şey yok.

zindancının yeterli olduğu yerde cellada gerek yoktur.

geleceğin toplumunun kubbesinin kemeri bu iğrenç kilittaşı olmadığı için çökmeyecek. uygarlık birbirini izleyen bir dizi dönüşümden başka bir şey değildir.

12.12.2020

cesaret

rabindranath tagore

insanlar hatalar yapar, şaşkına dönerler ve sonunda acı çekerler; ama hiçbir zaman bir şey yapmadan duramazlar. böylece, toplum denilen nehrin kutsal suları, hiç dinmeyen bir akıntıyla taşınıp tamamen saf kalır. ara sıra, kısa süreliğine de olsa, nehrin kıyıları yıkılır ve bazı şeyler yitirilir; ama bunun olacağı korkusuyla, akıntıyı bir barajla engellemeye çalışmak, durgunluk ve ölümü davet etmektir.

içimizde neyin gizli olduğunu bilmiyoruz, kalplerimizde birikmiş olan duygularımızı dışarıya dökmeyi beceremiyoruz. bu yüzden herkes bu kadar mutsuz, mutluluğa bu kadar hasret. bu yüzden insanlar içlerinde nasıl büyük bir kuvvetin gizli olduğunu fark etmiyorlar. bu gerçeği kimse göremiyor.

bu dünyada, yaşamlarında karşılaştıkları yeni sorunlarla yüzleşmeye ve onları çözmeye cesaret edebilecek insanlar, toplumu daha ileri taşıyacak kişilerdir. yalnızca kurallara göre yaşayanlar, toplumu ileriye taşıyamayacaklardır. onlar yalnızca toplumla birlikte yaşayıp giderler.

11.12.2020

yoksulluk

victor hugo

gençlikteki yoksulluğun -başarıya ulaştığı takdirde- fevkalade olan yanı şudur ki, bütün iradeyi çaba göstermeye ve bütün ruhu bir amacı özlemeye yöneltir. yoksulluk maddi hayatı hemen çırılçıplak soyup onu iğrenç hale koyar; ideal bir hayata doğru o anlatılması güç atılışlar buradan kaynaklanır işte.

bir genç adamın sefaleti asla sefil değildir. herhangi bir genç çocuk, ne kadar yoksul olursa olsun, sağlığıyla, kuvvetiyle, canlı yürüyüşüyle, parlak gözleriyle, damarlarında sıcak sıcak dolaşan kanıyla; kara saçları, taze yanakları, pembe dudakları, beyaz dişleri, temiz nefesiyle ihtiyar bir imparatorda her zaman gıpta ve kıskançlık duygusu uyandırır.

insan

hermann hesse

gerçekten yaşayan bir insanın ne demek olduğu günümüzde her zamankinden az bilinmekte, her biri doğanın değerli ve bir kereliğine denemesi sayılacak insanlar, yığın yığın kurşunlanıp öldürülmektedir. eğer bir kereliğine insanlar olarak daha fazla bir değer taşımasaydık, içimizden her biri bir filinta kurşunuyla gerçekten saf dışı edilebilseydi, yaşam öykülerini kaleme almanın hiçbir anlamı kalmazdı. ne var ki, her insan yalnız kendisi değil, aynı zamanda bir kereliğine, tamamen kendine özgü, her bakımdan önemli ve dikkate değer bir noktadır. öyle bir nokta ki, dünyanın tüm olayları kesişir burada; bir daha asla yinelenmeyecek bir kesişimdir bu. dolayısıyla her insanın öyküsü önemli ve dünya durdukça yaşayacak tanrısal nitelik taşır, her insan yaşadığı ve doğanın istemini yerine getirdiği sürece olağanüstüdür, her türlü dikkat ve ilgiye layıktır. her insanda ruh bir ete, kemiğe bürünmüştür, her insanda bir canlı acı çeker, her insanda bir kurtarıcı çarmıha gerilir.

10.12.2020

dünyanın güzelliği

toni morrison

hayatın bir yerinde dünyanın güzelliği yeter olur. onu fotoğraflamanız, resmini yapmanız, hatta anımsamanız bile gerekmez. yeter bu güzellik. artık kaydını tutmanız, birisiyle bu güzelliği paylaşmanız, bunu ona anlatmanız gerekmez. bu olduğu zaman -yani bu koyveriş- öyle yapmak elinizden geldiği için koyuverirsiniz. dünya her zaman yerinde duracaktır; siz uyurken de duracaktır, uyandığınızda da. bu yüzden uyuyabilirsiniz, uyanmanız için de bir nedeniniz vardır. solmuş bir ortanca da yeni çiçek açan bir ortanca kadar şaşırtıcı ve hoştur. karanlık bir gökyüzü, güneş kadar baştan çıkarıcıdır, çiçek açmayan, meyve vermeyen minyatür portakal ağaçları kusurlu sayılmaz; onlar öyledirler. seranın camları açılıp içerisi havalandırılabilir. kapının sürgüsü açık bırakılabilir, müslin bez de kaldırılabilir; çünkü işçi karıncalar da güzeldir, ne yaparlarsa yapsınlar, bu işin bir parçası olacaklardır.

9.12.2020

radyo

roni margulies


ben dinlediğine tanık olmadım gerçi hiç ama
babamın çocukluğunda saatlerce her gün dedem
ikinci dünya savaşı'nın o karanlık yıllarında
kendi istanbul'da, annesiyle babası polonya'dayken
sessizce bbc haberlerini dinlermiş saatlerce
naziler nihayet girdiğinde varşova'ya umut kesmiş
o gün kapattığı radyoyu hiç açmamış bir daha

bahçe

voltaire

candide, türk'e: çok geniş, çok bereketli bir toprağınız olmalı, dedi. türk: yalnızca yirmi dönümlük bir yerim var, diye yanıtladı; burasını çocuklarımla birlikte eker biçerim; bu iş, üç büyük kötülük olan can sıkıntısını, ahlaksızlığı ve yoksulluğu bizden uzak tutar.

candide çiftliğine dönerken türk'ün söyledikleri üzerine derin derin düşündü. pangloss'la martin'e: bana bu iyi yürekli yaşlı adamın, birlikte yemek yediğimiz altı kralın hayatına değişilmeyecek bir hayatı var gibi geliyor, dedi.

pangloss: filozofların sözlerine bakılırsa büyük mevkiler çok tehlikelidir.

biliyorum, bahçemizi yeşertmek gerektiğini de biliyorum. çünkü insanoğlu cennet bahçesine konulduğu zaman, oraya ut operatur eum yani onu işlesinler diye konuldu; bu da insanın dinlenmek için yaratılmadığını gösterir. fazla düşünmeden çalışalım; bu, hayatı dayanılır kılan tek çaredir.

8.12.2020

rubailer

ömer hayyam



yaratıldığım günden beri düşünceme
düştü "levh-kalem" ne, "cennet-cehennem" nere
akıl denen hocam dedi ki: "levhle kalem
kendi yüzün. cennet de sende, cehennem de."

her kim ki eylemini akla dayandırır
yazık ki, öküzden süt sağılır sanmıştır
en iyisi ahmaklık giysisi giyinmen
şu günde akıl ne alınır ne satılır

günahkarım diye hayyam, bırak şu yası
bir yararı yok sana, gereksiz tasası
tanrı'nın "bağışlayan" diye bir ünü var
günah olsun ki iş görsün bağışlaması

bir güzelle bir saki bir de yeşillik yeter
başka bir şey istemem bu üçü varsa eğer
cennet cehennem safsatasına boşver
kim gidip dönmüş öbür dünyaya bir sefer

ayıptır kazanılmış bir üne sığınmak
feleğin verdiği yükten ardır yakınmak
şıra kokusuyla sarhoş ol daha iyi
ondan üstün değil dindar diye tanınmak

üstünde durma olmuşun, olmayanın da
derdiyle dertlenme geçici dünyanın da
yaşamaya bak.. karun kadar zengin olsan
bir arpa bile götüremezsin yanında

tanrım sen ona işveli, güzel bir yüz ver
teni sümbül gibi olsun, saçları amber
ondan sonra "sakın bakma, günahtır" emrin
"eğri tastan su akmasın" hükmüne benzer

biz de sarhoşuz amma ey fetva sahibi
olmaktan yeğdir sencileyin ayık gibi
üzüm kanı içeriz biz, sense adam kanı
hangimizin eli daha kanlı ya rabbi