john steinbeck
şimdi bile
ne zaman girse düşüme, o turunç memeli yârim
hâlâ o turunçlarla, yıldız yüzü ne zaman görünse
ve alev alev vücudu
sevda ateşiyle delik deşik
o tazecik hâli için seçtiğim güzel ne zaman girse düşüme
karlar altında kanar yüreğim, vurur vurur
şimdi bile
lotus gözlü yârim bana dönse
sevdayla baygın
yeniden uzatırdım özlemli kollarımı ona
baldan sarhoş olmuş arıya dönerdim
bir nilüferin özünü içerek dudağından
şimdi bile
onu uzanmış görsem, gözleri açık
yaprakları alev alev, solgun yanına dönüp
beni çağıran
sevgim bir çelenk olurdu
gece bizi sarardı
günün göğsünü öpen kara saçlı bir âşık gibi
şimdi bile
boş gözlerim göstersin bana
ah göstersin bana
yitik çocuğumun bütün yüzlerini
ey altınlı alkalar
manolya çiçeklerinin yanaklarını okşayan
ve siz beyazlıklar, tatlı beyazlıklar
üstünüze dudaklarım ne güzel yazardı
bir daha yazmayacakları öpüşten mısralar
şimdi bile
ki ölüm, kaymış gözler üstünde kırpışan
kirpiklerinin ve aşktan harap olmuş
sebu endamının acısını sunar
ve tüller arasında titreşen
memelerinin pembe çiçeklerini, beni mest ederek
ateşten dudaklar ki, bir gün dudaklarımla mühürlenmiş
beni harap edip
şimdi bile
ki pazarlarda, çarşılarda anıldı derdi
beni candan sevmek derdi
altın ve gümüş için alıp satan adamcıklar
gözlerini uğuştururlar, ama hiçbir deniz prensi
götürmedi iğrenç yatağına onu
bir tanem benim
setrenin omuza asılısı gibi sarılırdın bana
yavrucuğum
şimdi bile
hâlâ hayranım o siyah gözlere, ipekli ve okşayıcı
hep öyle mahzun, mahzun büsbütün ve kapanmış kirpikleri
tatlı bir gölge salan gülümser gözlere
ne başka bir bakıştı o
taptaze dudaklar deli eder beni hâlâ, o dudakların kokusu
o büklüm büklüm saçlar, dumanların en incesi
narin parmaklar ve zümrüt gözlerin yeşil gülüşü
şimdi bile
hatırlıyorum nasıl usulca cevap verirdin bana
ellerin saçlarımda, tek can olurduk ikimiz
ve sunardı dudakların ateşli bir hâtıra bana
görmüştüm mehtaplı gecelerde sevişmesini
rati rahibelerinin
altın bir lâmbayla tapınağa girdiklerini
gelişigüzel yere serilip uyuduklarını görmüştüm
şimdi bile
ki hep gençliklerini düşünen kule hâkimlerinin
dinlediğim sözlerinden usanmışım
yârimin iç çekişlerinin tadını arıyorum boşuna
üzerinde uyuduğumuz karışık renklerin fısıltısını
doğru sözcükler, tuhaf sözcükler
bir derenin gümüş çağıltısını andıran
delikli taştaki kabarık beyaz köpükler söndü
habbecikler patladıkça alçaldı
direklerin altında deniz epeyden beri
görülmeyen şekilde yükselmiş
küçük dalgalar kayaları okşuyordu.
şimdi bile
selvilerle güllerden bezgin
mavi dağlardan, esmer tepelerden
denizin şarkısından bezgin, sihirli gözlerin parıldadığı
kelebekler gibi ellerin üstüme konduğu, tarla kuşu öterken
çocukların gülüşerek derede çimdiği günleri düşünüyorum
şimdi bile
bu hayatın doyulmaz tadına varmışım, biliyorum
büyük şölende yeşil kadehten içmişim
bir ömür boyu ancak
yârimi görmüşüm bir an
akmış gözlerime vücudunun açtığı
ebedi ışık seli