19.03.2020

jack london

şemsa yeğin

dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanan serüvenleri anlatan pek çok heyecanlı öykünün yazan olan jack london'ın kendi yaşamı da heyecan ve serüven doludur. 14 ocak 1876'da san francisco'da doğan yazarın gençliği çoğunlukla kentin sokaklarında başıboş dolaşmakla geçmiştir.

aslında san francisco kenti, o dönemlerde heyecan dolu serüvenlerin yaşanmasına çok uygun bir yerdi. 1776 yılında kurulan kent, 1848 yılında "altına hücum"un kente uzak ve değişik yerlerden pek çok serüvenci getirmesiyle şaşılacak ölçüde büyüyüverdi. her ulustan insan akın etti buraya ve kentte kısa zamanda italyan ve ispanyol mahalleleriyle büyük bir çin kasabası oluştu. san franciscolu oğlanlar, kısa sürede başlarının çaresine bakmayı ve yumruklarını kullanmayı öğrenmek zorunda kaldılar -zaten okula giden herkesin kendi yaşıtıyla dövüşmesi kentin eski bir yerel geleneğiydi.

jack london o yaşlarda avcılığa ve denizciliğe merak salmış, vaktinin çoğunu yat kulübünün iskelelerinde ufak tefek işler aramakla geçirir olmuştu. tekne sahipleri, london'ın güverte kazımak gibi güç işlere ya da en kötü havalarda bile siren direğine tırmanmak gibi tehlikelere bana mısın demediğini ve çocukta anadan doğma bir denizcilik yeteneği bulunduğunu görünce onu hemen teknelerine alıyor, getir götür ve temizlik işleri karşılığında birkaç kuruş veriyor, san francisco körfezi'nde kısa gezilere götürüyor, küçük teknelerin kullanılması konusunda ne biliyorlarsa öğretiyorlardı.

gazete satmak gibi işlerden kazandığı paranın çoğunu annesine vermesine karşın, elden düşme bir teknecik almaya yetecek parayı biriktirmeyi başardı jack london; onu boyamaya, bir yelken ve bir çift kürek almaya yetecek parayı da topladıktan sonra seferler yapmaya, okyanusun iri dalgalarıyla birlikte denizlerde uçmaya, kayabalığı avlamaya başladı. görmüş geçirmiş denizcilerin bile denize açılmayı göze alamadığı havalarda serüvene atılmaktan çekinmemesi, istiridye korsanlarıyla dostluk kurmasına yol açtı.

san francisco körfezi'nde -çoğu özel kişiler tarafından işletilen- birçok zengin istiridye yatağı vardı ve korsanlar, korsan adını bu yataklardan istiridye kazıyıp sahilde karaborsa satmakla almışlardı. bu korsanların başarıları jack london'da onların arasına katılma isteği uyandırmış, birinin teknesini satmak istediğini öğrenince de ona yakınlık gösteren ve kendi çocuğu gözüyle bakan zenci "jenny sütanne"den yüz dolar borç almayı başarmıştı. böylece london, daha neredeyse çocukken razzle dazzle adlı teknenin sahibi oluyordu.

bir korsanlar filosuna katılarak istiridye yataklarına baskın yapan london, saygıdeğer dünyanın üç ay boyunca alın teriyle çalışma karşılığı kendisine vereceği paradan fazlasını bir gecede kazanıyordu. daha çocuk olmasına karşın, kısa sürede körfezdeki en yaman istiridye korsanlarından biri olarak ün yaptı. kendisinden çok daha deneyimli ve yaşlı adamları bile yelkende geçen, dövüşte yenen, hepsinden daha çok içki içebilen hızlı bir korsandı o artık. eşsiz denizciliğinin yanı sıra o görülmemiş gözüpekliği sayesinde ganimetini herkesten önce limana getirip en yüksek fiyata satmayı başarıyordu.

polis, teknesine baskın yaptığında onları hoşnut etmesini bilir, en etli istiridyeleri önlerine sürerdi, şişelerle bira sunardı. ne var ki, korsan uğraşdaşlarıyla geçinmeyi başaramadı; bu yasa tanımaz adamlar, onun başarısını kıskanıyor, jack'i yumruk dövüşlerine, kanlı kavgalara katılmak zorunda bırakıyorlardı. ama jack london işini biliyordu: kendisinden büyük bir korsan -ona razzle dazzle'ı satan- teknesini yakıp yıkmaya geldiğinde, saldırganı dolu bir tüfekle körfezde susta durdururken ayağıyla da dümeni kullanmış böylece tekneyi kurtarmıştı. ancak daha sonraları, istiridye korsanlarının çoğunun katıldığı bir sarhoş kavgasında razzle dazzle'ın önce ana yelkenini yakmışlar, sonra da borda edip ateşe vermiş ve batırmışlardı. jack london üzüntüye kapılmamış, başka bir korsanın gemisine -bu kitapta adı geçen ren geyiğine- katılarak istiridye baskınlarını sürdürmüştü.

jack london, istiridye korsanlarının yakın dostuydu ama okumaya karşı olan tutkusuyla onlardan ayrılıyordu. çılgın bir deniz seferinin ardından kamarasına kapanır. kipling, emile zola ya da bernard shaw gibi yazarların zevkini çıkarırdı. en sevdiği kitaplardan biri paul du chaillu'nun vikingler çağı adlı yapıtıydı. bunları okudukça da kendisine; britanya'nın büyük bir bölümüyle normandiya'yı fetheden, avrupa'yı aşıp istanbul'a varan, "adadan adaya atlayarak" atlantik'i geçip kuzey amerika'yı, grönland'ı ve kuzey kutbu'nu keşfeden kahraman denizcilerin torunu gözüyle bakardı. okumaya karşı duyduğu büyük sevgi okulda başarılı olmasını sağlamadı. ama okula gitmesinin bir yararı oldu: yazmayı öğrendi.

kilise korosuna katılmasını isteyen öğretmenine karşı gelen london, ona, "kendi sesini bozmak istemediği ve öğretmenin akordu bozduğunu" söyleyerek direnmişti. buna sinirlenen öğretmen onu müdüre şikâyet etti. ne var ki müdür, london'ın, düşüncesine katılmış olsa gerekti - kısa bir kompozisyon yazması koşuluyla koroya katılmayabileceğini söyledi. işte bu olay, geleceğin yazarının her sabah bin sözcük yazmaya alışmasına neden olmuştur.

jack london çok okuyan bir kişi olarak istiridye avcılığının onu cezaevi ya da mezardan başka bir yere götürmeyeceğini anlamıştı. bir polis dostunun önerisiyle sahil polisleri örgütüne katıldı ve bir zamanlar kendisinin de yaptığı istiridye baskınlarını önleme görevini yüklenmiş oldu. korsanlığın girdisini çıktısını bildiği için bu işte çok başarılı oldu; yeni uğraşı sayesinde birçok serüven yaşadı, bu olaylar ileride yazacağı sahil polisinin başından geçenler adlı kitabının malzemesi olacaktı.

jack london daha sonra uzak doğu'daki ton balığı avcılığı ve klondike'ta altın arama serüvenlerini de yaşadı ve sonunda ekmeğini kalemiyle kazanmayı kafasına koydu. o zamanlar, denizin çağrısı'nda joe'nun ablası olarak tanıdığımız bessie olduğu sanılan sevimli bir kıza tutkundu, yazarlıkta başarıya ulaşarak onunla evlenebileceğini umuyordu. yazarlığı bu evliliğe yetişemedi ama dünyaya bir yığın heyecanlı öyküler ve romanlar kazandırdı.