şükrü erbaş
aşkla evliliğin ortası yoktur. bir kadını tanımak -bitirmek mi demeli- istiyorsanız onunla evlenin. kuşkusuz bir erkek için de geçerli bu, aynı hızda olmasa da. pırasa, çamaşır tozu, reçel, elektrik faturası, tencere takımı ve bir yığın akrabanın girdiği yatakta aşk ne kadar yaşarsa, o kadar sürer iyi günler hevesiniz, aşk ayininiz, mutluluk yanlışınız. geriye ne mi kalır, 'bir bulantı cenazesi'ne dönen örseli iki gövdeden? en iyi evlilikte bile -iyi evlilik diye bir şeyden söz edilebilirse- ömrünüzü ipotek altında tutan ruhsuz bir gönül borcu; aldığınız soluğu boğazınıza düğümleyen kişiliksiz bir alışkanlık; en yakın şeyleri bile bir uzaklığa yerleştiren kilometrelerce çekip gitme isteği. bir de rengini bungun uykulardan alan dizleri ve dirsekleri aşınmış bir çift çizgili pijama; yemek kokularıyla yapış yapış terli iç çamaşırlar; ütü yerlerinden evlerin içi görülen, çizgileri ilk günlerde kalmış dışarlıklı birer takım elbise. ötesi, sünger gibi insanın düşlerini emen bir büyülü dünya, bir eksikli ömür, duvarların ardında kendini öğüten.