charles bukowski
kadınların bir erkeğin hayatına birden nasıl girdikleri bilinir. biraz soluklanmaya başladığını hissettiğin anda başını kaldırır ve bir başka kadın görürsün.
bazı erkekler karılarına âşıktır.
cüce, harikulade bir kızla evliydi. kız on yedi yaşındayken yarığına coca-cola şişesi sokmuş, sonra çıkaramayınca doktora gitmek zorunda kalmıştı. bütün küçük kasabalarda olduğu gibi şişe hikâyesi duyulmuş, kıza cüceden başka talip çıkmamıştı. kasabanın en güzel amcığı cüceye kısmet olmuştu.
joyce iyi besliyordu beni. bol et. kalın, nefis biftekler. o kancık için şu kadarını söyleyebilirim: yemek pişirmeyi biliyordu. hayatımda tanıdığım bütün kadınlardan daha iyi yemek pişiriyordu. insanın sinirlerini ve ruhunu yatıştırır yemek. cesaret mideden gelir. gerisi umutsuzluktur.
kovmuyorlardı beni. satış elemanları bile hoşlanıyorlardı benden. patronu arka kapıdan soyuyorlardı ve ben sesimi çıkarmıyordum. bu da onların küçük oyunuydu. beni ilgilendirmiyordu. küçük hırsızlıklar bana göre değildi. dünyayı istiyordum ben, aşağısı kesmiyordu beni.
ben hep favori atı geçebilecek atı ararım. favori atı geçebilecek bir at bulamazsam favori ata oynarım.
kadının doğasında vardır hır gür. kirli çamaşırların karşılıklı olarak değiştirilmesinden, bağırıp çağırmaktan, tiyatrodan hoşlanırlar. ardından da karşılıklı yeminler gelir. bu yemin alışverişlerinde pek başarılı olduğum söylenemezdi.
kadınlar acı çekmek için yaratılmışlardı sanki. sürekli sevgi sözleri duyma ihtiyaçları bundan kaynaklanıyordu belki.
"okyanus," dedim, "nasıl da dövünüyor, bir aşağı bir yukarı. ve altında, balıklar, zavallı balıklar birbirleriyle savaşıyorlar, birbirlerini yiyorlar. bizim de o balıklardan farkımız yok; ama biz karadayız, tek fark bu. bir yanlış hamle, işin bitik. şampiyon olmak güzel. hamlelerini bilmek güzel."