8.06.2022

aydaki kadın

ahmet hamdi tanpınar

para daima mühimdir. para daima mühim bir şeydir.

zavallı türkiye kendi kendine ihanet eden adamların memleketi oldu. bu medeniyet, enkazı bir işe yaramayacak kadar çürüdü.

geçmiş zaman rüya görmez, sadece hatırlar.

insan hayatından memnun olmayınca mazisini adeta inkar ediyor. cemiyetler de böyle değil mi? hakiki çözülüş birtakım yıkılışlarla kabil. bir taraf yıkılacak ki başka tarafa bağlanasın.. ya kendi hayatına veya birtakım fikirlere.. fakat biz fikirlere gidemiyoruz. fikirler bize kapalı. insanla birleşerek gelmiyorlar. sadece fikir olarak geliyorlar. onlara boşlukta rastlıyoruz.

hangimiz ahmak değiliz sanki..

güneş eşyayı hem yaratıyor hem yiyor. güneş hayattır, ışıktır, cüzzamdır. her şeydir. her şey her şeydir ve kendisidir. tıpkı leyla gibi. leyla bütün kadınlara benzer, ama yine leyla'dır.

senin çetin dediğin meseleler, halledilmeyeceğine yandığın davalar inkar ettiğin andan itibaren yokturlar.

talih.. herkes hayata koltuğunun altında gizli bir torbayla gelir. kimisininki bomboştur. kimisininki sıkı sıkıya doludur. benimkinde çok iyi şeyler vardı. güzel bir kadın, latif çocuklar, sevdiğim bir meslek.. az çok şöhret, itibar.. ne çare ki torba delikmiş.. hepsi, hepsi gitti. hepsini yarı yolda kaybettim.. hepsini..

bilir misiniz dünyada en korkunç şey nedir? tekrar mavi gözler bütün endişesiyle, ıstırabıyla üzerine dikildi: talihini bilmek.. onu anlamak yok mu? o mutlak çaresizlik fikri bir kere sizi sarmasın..

hayat biraz da tefrika romanı değil mi? her gün bir yığın gizli tasavvurların, kararların tatbiklerine, neticelerine şahit olmuyor muyuz?.. bunu anlamadığımız, bilmediğimiz için biraz da dışarda kalmıyor muyuz?

aşk her şey değildir. huzur ve hürriyet de lazım. her şeyden evvel hürriyet lazım. çünkü bütün sonradan gelenler gibi her şeyi o tamamlar. kayboldu mu hiçbir şey yoktur.

nietzsche'nin bir sözünü pek beğeniyordu: "seksüalite köpeğini doyurmazsanız sonunda o sizi parçalar."

ahlak, refahın ve bilhassa gücünün boşa gitmediğini anlayan çalışmanın çocuğudur.

ah bu insan denen bu cezir ve med halindeki hayvan.. sonra birdenbire başlayan o iğrenme hissi.. biraz evvel haşrüneşr olduğu vücudu kendine ilelebet yabancı bulmanın azabı.. bütün o tecritler ve umumileştirmeler..

folklor sefaletin, biçareliğin tek mükafatıdır. nerde ki hayat aksar orada folklor vardır.

leyla arkamda iken.. niçin her fikir, üzerinde düşününce, biraz üzerine basınca bir lahzada öbür tarafına geçiliveren çürük bir tahta perde oluyor? aşk hiç de sağlam bir trapez değil. ihtirasın körlüğünden başka ne var bu işte? bir rüzgâr esiyor ve gözleriniz birdenbire hiçbir şey görmüyor. asabi cümlenizin oyuncağısınız o kadar. karanlıkta güller, ateş çiçekleri.

aldırma, bu dünya böyle işte. şurada kaç günlük ömrümüz var? ne diye meseleleri azdıralım. büyük davranışlara ne lüzum var sanki? bak hazların dünyası hazır. bir adım ötemizde bir uçurum gibi açılmış bizi bekliyor. sen benim uçurumum olacaksın, ben senin uçurumun. beraber yuvarlanacağız bir müddet. sonra birbirimize yabancı, birbirimize karşı terbiyeli, sakin ayrılacağız.

sakin ve terbiyeli. terbiyeli ve budala. daima aşağıya çökmeli. daima inmeli.

hayır, hayır. şüphesiz bu değiliz. bilmez misiniz, ben ne kadar idealistim. ama kıyafet değiştirerek yaşamanın ayn bir rahatlığı var. zaten istediğin zaman tekrar yükselirsin. lüzum görürsen eğer. kartıma bakın. bütün prensler öyle yapmazlar mı? mühim adamların hepsi.

tutunamayacağın yüksekliklerde ne diye kalmaya kendini zorlayacaksın? aşağıya, aşağıya in. bak bu caza, nasıl aşağıya doğru çekiyor insanı. tıpkı bir tirbuşon gibi. ben bile olduğum yerde iniyorum. boşaltılan bir havuzun suyu gibi döne döne aşağıya inmek. bir kere ayağın sağlam yere basacak. daha aşağısı yok. daha aşağıya hiç inmeyecek. sadece eninde sonunda olduğun şey olacaksın.

değişiklik dışarda.. bütün tezatlar, aksamalar, güzel, gülünç, manalı şeyler, her şey orada, suyun üstünde yüzüyor. derinlere inince herkes birbirine benziyor.

niçin bütün bir hayat derlenip toplanıp tek bir anımıza yüklenir? hafızanın hangi zalim iflasıdır ki bütün mazi artıklarını bir lahzada canlandırır ve bize yollar?

ciddi bir kadın dar ayakkabıdan daha berbat bir şeydir.

valery'nin çok sevdiğim bir sözü vardır: "hamamda napolyon tasavvur edilemez." yahut buna benzer bir şey. hakikaten de böyle. fontaineblau'da, waterloo'da, saint helene'de rahatça tasavvur edebiliriz de hamamda tasavvur edemeyiz. çünkü hamamda yalnız kendisidir. ferde indirmek..

hatalarından, vice'lerinden soyun, biçare bir mahluk kalır.

feza hesapları beni korkutuyor. biyoloji daha rahat. orada bizden küçükler, çok küçükler, bizi hiçbir suretle aşamayanlar var. insan hepsine hakim. küçüğün en küçüğünde bize emniyet veren bir şey var.

kendini arayan bir adam.. hayatı ve kendisini olduğu gibi kabul etmeyenlerden.

ben tam sistem halinde bir estetiğe hiçbir zaman inanmadım. her eser kendi şartıyla doğar. hele bugünkü devirde. hepimiz parça parçayız. içimizde, dışımızda birtakım şeyleri lehimleyerek yaşıyoruz. co-existance kelimesini icat eden ve o kadar sık kullanan bir devrin insanlarıyız..

bilir misiniz ki hiçbir zaman artık yekpare olamayız. daima bildiklerimizi hatırlayacağız.

evet ama, o zaman sanat olmaz. olur, şartlarımızın sanatı olur. olmaz, o başka şey. belki istediğimiz sanat olmaz. sanata biz müzelerden bakıyoruz. ve hep tasnif edilmiş, musaffa eserler görüyoruz. halbuki sanat hayatın bir parçası. hayatın içinde onu görmeye çalışmıyoruz. sanat hiç de istisnai bir şey değil. aksine daima olagelen şey bence.

napolyon'un sözünü hatırlarsınız: "politika, modern zamanların afeti.."

bazı insanlar saltanat sürmek için yaratılırlar.

benim yaşta olanlar çökmemek için bir şeye tutunmak ihtiyacındadırlar.

politikanın fena tarafı, iş başına gelene kadar sarf edilen gayrette insanı yıpratması. sonra da tutunmak denen şey gelir.

hayvanlar, belki eşya bile bize kendimizden daha sadık. dünyaları dar da onun için. bizim dünyamız geniş. her lahza dağılıyoruz.

her şey yeniden başlayabilir. hiçbir şey bitmiyor, hiçbir şey. her şey birbirine karışıyor, kenetleniyor. en dipte olanı birdenbire en üstte görüyorsun. hepsi suyun yüzüne çıkmak için vaktini bekliyor.

niçin hepimiz sadece kendimizi göz hapsinde tutarak yaşıyoruz?

hiçbir zaman onun gibi rahat olamadım. daima küçük şeyler yolumu kesti. karşıma ilk çıkan meselede şaşırdım, kayboldum. daima yaşamak için bekledim. işin fenası bütün bunları en sonunda öğrenmiş olmam. şimdi ne yapabilirim artık?

bende hatıra denen şeyi arama. ne çocukluğum, ne ilk gençliğim.. benim için yalnız yaşadığım an vardır. senden hoşlanıyorum, onun için beraberiz. hatıralar.. gülünç şeyler. mezarlık otlarını ayıklamak daha iyidir.

bu kelime kendisine tıpkı bu gecede olduğu gibi, apansız, bir sapanla fırlatılmış büyük bir taş gibi gelmişti. başka yerime isabet etseydi muhakkak ölürdüm. fakat kelimeler böyleydi. insanın doğrudan doğruya kalbine veya gözüne, yahut kafatasına gelmezlerdi. düşünce denen o acayip ve gizli şeye, o jelatin yığınına isabet ederlerdi. onun için birdenbire öldürmezler, bir daha kaybolmamak, sizi bırakmamak için oraya gömülürler; oradan yavaş yavaş gizli ve açık, sizi zehirlerlerdi.

insan insana tahammül edemez. insan insana muhtaçtır. insan insana yüklenir, insan insanla yaşar. bütün felaketimiz ve tezatlarımız burada. daima birbirimizle haşır neşiriz ve birbirimize bir türlü tahammül edemeyiz.