7.06.2022

huzur

ahmet hamdi tanpınar

hayatın gafiliydi.

ben sefil, maddi, ayyaş, vazifesinden kaçan bir adamım. benim ömrüm biçare bir israftır.

bizim memlekette aranan kaybolur. şark oturup beklemenin yeridir. biraz sabırla her şey ayağınıza gelir.

albert sorel: dünya gömlek değiştireceği zaman hadiseler sakınılmaz olur.

her şey değişebilir, hatta kendi irademizle değiştiririz. değişmeyecek olan, hayata şekil veren, ona bizim damgamızı basan şeylerdir.

her ninnide milyonlarca çocuk başı ve rüyası vardır.

suyun sesi, aşkın, ihtirasın sesinden kuvvetlidir. karanlıkta su sesi insanın içindeki ölüm mayasının dilini konuşur.

insanın sevdiği bir ev olunca kendisine mahsus bir hayatı da olur.

bir şairin en büyük keşfi, kendi muharririni, iç âlemine doğru kendisini götürecek olanları bulmaktır.

hayat tanzim edilmeye daima muhtaçtır.

dostoyevski, içinde bulunduğumuz çıkmazı en iyi gören adamdır.

insanoğlu tam sevinemez, bu onun için imkansızdır. düşünce vardır, küçük hesaplar vardır ve korku vardır. bilhassa korku vardır. insanoğlu korkan mahluktur. hangi büyük mucize bizi bu korkudan kurtarabilir?

bir şeyden korkmak, biraz da onun geleceğini beklemektir.

ne olursa olsun kendime mağlup olmayacağım.

uzviyet dediğimiz cihazın ruhla el ele yaptığı o ahenkli miraç ki, hangi göklere çıktığını bilmeden yükseldiğimizi duyarız.

kendi vatanımızda belki hayat şartlarının ve görgüsüzlüğün, öpüşmenin zevkine bile yabancı bıraktığı insanlar vardır.

düşünce ile hayatı ayırmak lazımdır. o, evin herkese açık olmayan tarafıdır. oraya ne aşk ne de hayatın diğer unsurları girer.

vücudun düşüncemin evidir.

bir hikâyenin behemehal bir yerde başlayıp bir yerde bitmesi, behemehal kahramanların kesif şekilde, döşenmiş bir rayda yürüyen bir lokomotif gibi yürümesi lazım mı?

belki hayatı zemin gibi alması, onu birkaç kişinin etrafında toplaması yeter.

aşk, hayatın içimizde gülümseyen yüzü.

hayat mucize ile doludur. hayatın sırrı, gene kendisindedir.

vücutlarımız, birbirimize en kolay verebileceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir.

baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır.

bir çocuk fantezisi için insan saadetini tehlikeye atmamalıdır.

hayat, çok defa bir şeye asılmakla kabildir.

zeki bir adam, kötü bir vaziyetten kurtulmasını bilir.

ateş gibi, fakirlik insanı güzelleştirir ve asilleştirir. fakat sefalet hoyratlaştırır, ruhen sefil eder. insanda insanı öldürür. insanlık şerefi ancak muayyen bir refah içinde mümkündür. çalışmaya imkan verecek bir refah!

hayat, etrafında döneceği değerleri bulur. düşünce, etrafında yüzünü saadete çevirmiş bir cemaat görür. cemiyette bazı boş ferdi gayelerin yerine mesuliyet duygusu başlar.

acaba, hep alışkanlık mı? hep yanımızdakileri mi seviyoruz?

niçin ruhi hayatımızın büyük bir kısmını bu hasret yapar? bir katresi olarak yaratıldığımız ummanı mı arıyoruz? maddenin sükununun peşinde miyiz? yoksa zamanın çocuğu, onun potasında pişmiş bir terkip ve onun mazlumu olduğumuz için geçen ve kaybolan tarafımıza mı ağlıyoruz? hakikaten bir kemalin arkasından mı gidiyoruz? yoksa zalim zaman nizamından mı şikayet ediyoruz?

herhalde musiki yaptığını bir anda bozan, hal dediğimiz o zaman platformunu, asgari bir gözle dokunup geçme ama indiren nizamıyla bizde bu hasreti en çok konuşturan sanattır ve ney bunun en belagatli aletidir.

derin şekilde hatırladığımız her eserin altında, onunla temas ettiğimiz anın hususiyetleri, bir bakıma bu anın, musikiyi az çok hayatımıza nakletmekten ibaret olan macerası vardır.

şiir, bütün bir hayat, kuru bir yaprak yığını gibi yakıldığı zaman seyredilen parıltıya benzer.

hayatımızı geriye dönemeyecek bir uca taşımazsak, şiirin peteğini nasıl doldururuz?

aldous huxley, "allah var ve görünüyor; fakat sadece kemanlar çalarken." diyor.

vakti olmayanlar acele ederler. herkes kendi zamanının şuuruyla doğar.

en iyi arzulardan bile bir yığın manasız üzüntü doğar. üzüntüler, küçük üzüntüler.

ıstırap günlük ekmeğimizdir. ondan kaçan insanlığı en zayıf tarafından vurmuş olur, ona en büyük ihanet ıstıraptan kaçmaktır.

bir çırpıda insanlığın talihini değiştirebilir misin? sefaleti kaldırsan, bir yığın hürriyet versen, yine ölüm, hastalık, imkansızlıklar, ruh didişmeleri kalır. o halde ıstırap karşısında kaçmak kaleyi içinden yıkmaktır. ölüme kaçmak ise büsbütün korkunçtur. o sadece mesuliyetsiz hayvanlığa sığınmaktır.

insan talihinin mahpusudur. ve bu talihinin karşısında imandan ve bilhassa ıstıraba katlanmaktan başka silahı yoktur.

sokrates, akıllı âşık ihtiraslı âşıktan iyidir diyor. akıl, insanın ayırıcı vasfıdır.

hakikatte bir şafak diye baktığın şey bir yangındır.

hiçbir yara kurcalamakla iyileşmez.

belki insanoğlunda tek kalan hayvani insiyak, küçük kızların, adeta hoşa gitmek için yaşıyor gibi görünmeleridir.

bir insanda fazla gecikilmez. birçok şeyler gibi insanlar da kuyuya benzer. içlerinde boğulabiliriz.

haksızlığı her kabul ediş, daha büyüğünü doğuruyor.

ah bu eşyanın bizden ayrılmaya fırsat bekler gibi halleri..

ne hayat ne eşya bütün değildir. bütünlük insan kafasının vehmidir.

biz bir taraftan bir medeniyet ve kültür buhranı içindeyiz, diğer taraftan bir iktisadi reforma ihtiyacımız var. iş hayatına açılmamız lazım. bunların birini öbürüne tercih edecek vaziyette değiliz. buna hakkımız da yok. insan birdir. çalıştıkça ve bir şey yarattıkça kendisini bulur. iş mesuliyeti, mesuliyet düşüncesi insanı doğurur. o halde iş, kendi medeniyetini ve kültürünü de yapar; insanını yetiştirir demektir. bize sadece maddi hayatımızı tanzim etmek kalıyor.