cemil meriç
max nordau'yu dinleyelim:
"bir akşam tesadüfen zengin bir hanımefendinin yanına oturmuştum. salon adabı konuşmamız gerekiyordu. elbette onu ilgilendirecek konulardan söz açmalıydım. kaplıcalara yaptığı son seyahati anlattı.
'trouville'de bilseniz ne kadar eğlendim!' diyordu. 'gündüzleri şahane elbiselerle dolaşıyordum, parmağı ağzında kalıyordu herkesin, akşamları casino'da gelsin bakara.'
hanım ipe sapa gelmez dedikodularıyla kafamı adamakıllı ütülemişti. hanımefendi, dedim, günlerinizi daha faydalı meşgalelere hasredemez miydiniz?
'hayır' diye kestirip attı, 'en faydalı meşgale en çok hoşuma giden.'
hoşunuza gidecek başka şey bulamaz mıydınız? sinirlendi.
'herkesin kitap yazması mı lazım?'
doğru, dedim ama kitap yazmak tuvalet teşhir etmekten, bakara oynamaktan daha asil, daha insanca bir meşgale olsa gerek.
'katiyen' dedi, 'katiyen, hiçbir fark yok arada. bazısı kitap yazarak eğlenir, bazısı kumar oynamakla, sadece zevk meselesi.'
ama insanların çoğu zatıaliniz gibi düşünmüyor, belki de, diyecek oldum.
'ne biliyorsunuz?' dedi, 'etrafımdakiler hep benim gibi düşünür, başkalarının hükümleri ise beni zerre kadar ilgilendirmez.'
ama efendim, en mükemmel, en hürmete layık insanlar entelektüel meşgaleleri, kumardan, süslenip püslenmekten daha üstün bulurlar. edebiyatçı gerek devlet nezdinde, gerekse cemiyette bakara oyuncusundan veya göz boyayıcı tuvaletler teşhircisinden daha çok sayılır.
'ne diyorsunuz?' diye gülümsedi, 'hiç farkına varmamıştım. dolaştığım bütün muhitlerde o bakara oyuncusu veya göz boyayıcı tuvaletler teşhircisi dediğiniz insanlar, kitap yazanlardan çok daha fazla ilgi, çok daha fazla hürmet görmekteydiler.'
bozguna uğramıştım."