ahmet hamdi tanpınar
şair olsaydım tek bir manzume yazardım, büyük bir destan. iki ayağı üstüne kalkan ilk ceddimizden bugüne kadar insanlığın macerasını anlatırdım. ilk düşünceler, ilk korkular, ilk sevgi, kainatı gittikçe kuşatan, kendi başlarına mevcut olan her şeyi birleştiren zekânın ilk kımıldanışı, tabiata izafe ettiğimiz bir yığın zenginlikler..
insanoğlu tam sevinemez, bu onun için imkansızdır. düşünce vardır, küçük hesaplar vardır ve korku vardır. bilhassa korku vardır. insanoğlu korkan mahluktur. hangi büyük mucize bizi bu korkudan kurtarabilir?
meselelerin halledileceğine inanmıyorum. daima öleceğiz ve öldüreceğiz. daima bir tehdit altında kalacağız. ben trajedinin kendisini seviyorum. asıl büyüklük, ölüm şuuruna rağmen gösterdiğimiz cesarette.
asıl mühim olan şey insandır. gerisinden bana ne? belki bir insan hayatı zamanın fırınında ateşe attığımız bir kâğıt kadar çabuk yanıyor. belki hayat, hakikaten bazı filozofların dediği gibi, gülünç bir oyundur. tam bir ümitsizlik içinde bir yığın karar kılıklı tereddüt ve küçük, ümitsiz savunmalardır; hatta hülyadır. ama gerçekten yaşamış bir insanın ömrü yine de mühim bir şeydir. çünkü ne kadar gülünç olursa olsun biz yine hayatı tam inkâr edemiyoruz. onda kafamızın vehimleri olsa bile iyi, kötü diye kıymetler arıyoruz. aşka, ihtirasa yer veriyoruz. sanatkârcasına yaşamanın, küçük hesap ve israflarda kaybolmanın farklarını buluyoruz.
yolun büyüğü, küçüğü yoktur. bizim yürüyüşümüz ve adımlarımız vardır. fatih, yirmi bir yaşında istanbul'u fethetmiş. descartes da yirmi dört yaşında felsefesini yapar. istanbul bir kere fethedilir. usul üzerinde konuşma da bir kere yazılır. fakat dünyada milyonlarca yirmi bir, yirmi dört yaşında insan vardır. fatih veya descartes değillerdir diye ölsünler mi? kesif yaşasınlar yeter. yani büyük yollar dediğiniz şeyin büyüklüğü bizim içimizdedir.
herkes bir şey yapmaya mecbur. herkesin bir talihi var. ne bileyim, ben, bu talihi kendinden, iç dünyasından bir şeyler katarak yaşamayı seviyorum. yani sanatı seviyorum. belki o bizi ölümün en iyi, en rahatça kabul edebileceğimiz çehreleriyle karşılaştırıyor. şurası muhakkak ki, bir insanın hayatı bazen bir sanat eseri kadar güzel olabiliyor. onu bulduğum zaman.. mesela.. mesela şeyh galib.. genç yaşta, en parlak devrinde ölüyor. başlı başına hikmet olan bir terbiyeden geçmiş. bu terbiye onda birçok şeyleri, muzır şeyleri, başında öldürmüş. ne sabahı, ne ikindisi var. sakin bir akşam gibi, hareket, ışığın oyunundan, sevilen şeylere sadakatten ibaret.
mesela, dede. bine yakın eseri var. hayatına bakıyoruz, herhangi bir hayat. fakat sade kendisinin. devir de yardım etmiyor mu bunlara? elbette. fakat istisnaları devrin üstünde gibi görünüyor. insan neredeyse şartların üstünde yaşıyor sanacak. mesela bunların hiçbiri dünyayı ıslaha kalkmıyor. halbuki sizin komşunuz vani efendi, o kalkıyor, insanoğlunun huzuruyla, saadetiyle oynuyor. ümitsizlik onu yenmiş.
birinciler nefsine sadık olarak yaşamanın sırrını bulmuşlar. öbürleri kendilerini aldatıyorlar gibi geliyor bana.