ahmet hamdi tanpınar
ümitsizlik, ölümün şuuru, yahut bizdeki terbiyesi.. onun hayatımızdaki bir yığın kıskacı.. dört tarafımızı saran mengene dişleri, ne bileyim. her hareket, cinsi ne olursa olsun, onun neticesidir. hatta şu devrimizde olduğu yerde kabuklaşmadan korku var ya.. sevilen şeylerin birbiri peşinden inkârı. babam gibi olacağım korkusu. nihayet, ne yapsam bir türlü ölümden kurtulamayacağım. hiç olmazsa beni bir uçta, bir kutup yolculuğunda bulsun. yahut toplu bir halde enternasyonal söylerken, yahut, kaz ayağı adım atarken..
sonu ne olacak bu işin? en iyisi, unutmak, bir şey düşünmemekti. yaşadığı ana kendisini bırakmanın sükunetini tadıyordu. fakat iclal düşünüyordu. iclal akşamın iradesine tabi değildi. o ölümün terbiyesini bir kere bile aklına getirmemişti. küçük, temiz, etrafındaki her şeyde vefalı genç kız hayatını yaşıyordu. önünde sayısız günler vardı ve onları küçük kuklalar gibi ümitleriyle giydiriyordu. aşkın, arzunun, sakin evin, çalışma saatlerinin, beklemenin hatta icap ederse çalışmanın, dostlukların kumaşlarıyla, süsleriyle hepsini giydiriyordu. üstlerinde olan her şeyi biliyordu; fakat yüzlerini göremiyordu. yüzleri gelecek dediğimiz duvara dönüktü. saati gelince bu yüzler geriye dönüyor, iclal'le karşılaşıyor, önünde bir reverans yapıyorlar, sırtından o süslü elbiseleri, parlak kumaşları yavaşça ve hiçbir şikâyetsiz çıkarıyor, ben değilmişim, muhakkak öbürüdür, diye uzaktakilerden birini işaret ediyorlar, sonra arkasına geçiyorlar, orada kendinden evvelkilerin yanına diziliyorlardı. işte bu bahar da böyleydi. bu bahar, kışın ortasında o kadar beklediği, özlediği bahar..
insanoğlu tam sevinemez, bu onun için imkansızdır. düşünce vardır, küçük hesaplar vardır ve korku vardır. bilhassa korku vardır. insanoğlu korkan mahluktur. hangi büyük mucize bizi bu korkudan kurtarabilir?